Seçme Mektuplar (1945-1985)
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Orijinal Adı | : Lettere / 1940-1985 |
Sayfa Sayısı | : 548 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
“Seçme Mektuplar (1945-1985)”
“… zira yazar, insan kardeşlerini kurtarmak için kendini paralayan kimsedir.”
Calvino yalnızca önemli bir yazar değil aynı zamanda önemli bir editör ve yayıncıydı. Paolo Pasolini’den İtalyan Komünist Partisi’ne, Elio Vittorini’den çocuk okurlarına, Umberto Eco’dan edebiyat eleştirmenlerine, dergilere, gazetelere yazdığı edebiyat, felsefe ve siyaset konularını ele alan bu 40 yıllık mektuplar okurların olduğu kadar, yazmaya heveslilerin, yazarların ve yayıncıların da ilgisini çekecek nitelikte.
“Sararmaya ve solmaya başlayan imajımla ilgili söylediklerin benim niyetlerimle gayet iyi örtüşüyor. Ölüler, kendilerine ait olmayan şeylerle dolu bir dünyada olmadıkları için nispet ve rahatlama karışımı bir şey hissediyor olmalılar, benim ruh halim de bundan çok uzak sayılmaz. Kimseyi tanımadığım ve kimsenin var olduğumu bilmediği büyük bir şehre yerleşmiş olmam yok yere değil: Bu sayede, daima hayalini kurduğum hayatlardan hiç olmazsa birini gerçekleştirebildim: Yılın büyük bir kısmında günlerimin on iki saatini okumakla geçiriyorum.” (Pier Paolo Pasolini’ye, 7 Şubat 1973)
SILVIO MICHELI’YE – VIAREGGIO
Torino 8.11.46
Sevgili Micheli
bir dolu kişinin “hayatına okudum”, özellikle de o lanet Nicosia’nınkine çünkü kimse bana senin bu taraflara geldiğini söylemedi. Yüzünü görmeyi, seninle tartışıp kavga etmeyi, hatta ne bileyim belki de dövüşmeyi pek bir isterdim, öyle sanıyorum ki en sonunda ikimiz dövüşme noktasına geleceğiz. Torino’ya tekrar gelecek olursan, beni bulmalarını ve geldiğini haber vermelerini iste. Senin her gün tonlarca yazı döktürdüğünü, olay örgülü, çok yönlü, polisiye, kırmızı noktalı, mavi, akan sular gibi sıcak ve soğuk romanlar yazdığını biliyorum.
Bu da beni hasetten çatlatıyor çünkü ben hep çabalayıp duruyorum. Güzel, tertemiz, kısa ve özlü bir öykü kitabı ortaya koymayı umuyordum ama Pavese hayır dedi, öyküler satılmıyormuş, roman yazmak lazımmış. Ben şimdi roman yazma ihtiyacı hissetmiyorum: Bana kalsa hayatım boyunca öykü yazarım. Başladığın gibi bitirdiğin, bir çırpıda yazıp okuduğun, sepet dolusu yumurta gibi dolu dolu ve mükemmel olan, bir sözcük çıkarıp ya da ekleyecek olsan her şeyin darmadağın olacağı kısa ve güzel öyküler yazmak istiyorum. Romanda ise her zaman ölü noktalar, bir başka parçaya iliştirmek için yazılmış noktalar, yazarın kendi içinde hissetmediği karakterler var. Roman için başka bir şekilde, daha dingin nefes almak gerekiyor, benim gibi dişlerini sıkıp tutuk tutuk nefes alınmamalı. Ben tırnaklarımı yiye yiye yazıyorum. Sen tırnaklarını yiyerek mi yazıyorsun? Yazarlar tırnaklarını yiyen ve yemeyenler olarak ikiye ayrılıyor. Parmağını emerek yazanlar da var.
Roman için aklımdan hiçbir fikir geçmiyor diye düşünme. Aklımda on romanlık fikir var. Ama ben daha en baştan her fikirde, yazacağım romandaki hataları görüyorum çünkü zihnimden eleştirel düşünceler de geçiyor, kendime göre mükemmel roman üzerine kuram oluşturdum ve işte bu aleyhime işliyor. Nicosia, o lanet herif, güzel bir roman yazıyor. Ayrılıkçı Sicilyalılarla ilgili yazıyor, başarılı olacak, üstelik çok kararlı ve yeni bir kalemi var. Natalia da bir roman yazıyor. Pavese de bir roman yazıyor. Ben de bir romana başladım: Bir haftada dört sayfa yazdım. Aradan günler geçti ve tek bir satır bile ilerleyemiyorum, bazı günler yazdığım bir cümlede çıktı mı bindi mi desem diye düşünüp duruyorum.
Hem makale de yazmam gerekiyor, bu da aleyhime işliyor. Her taraftan makale istekleri yağıyor, ben de kabul ediyorum çünkü makale yazmak yarım saatlik iş. Makale yazıyorum, makale yapmıyorum. Makale yapmak için kitaplar okumak, fikir edinmek, kolları sıvamak lazım. Hem ben bir çırpıda aşırı yüzeysellikten aşırı titizliğe geçiş yapabiliyorum. Örneğin bir makalenin belli bir cümlesinde içimden belli bir isme atıfta bulunmak geçiyor. Örneğin: Chesterton. Çünkü Chesterton kulağıma iyi geliyor. Chesterton ve yanına bir sıfat koyayım diyorum. Chesterton gibi yüce. Ya da: Chesterton gibi bunalımlı. Ama Chesterton hakkında bir satır bile okumamışım: Yüce miymiş yoksa bunalımlı mı, yazdığım şeylerle herhangi bir alakası var mı bilmiyorum. Peki o zaman ne yapıyorum? Chesterton’un kitaplarını bulmak için kolları sıvıyorum. Ve kitapları okuyorum. Chesterton’un tüm kitaplarını okuyorum. Chesterton hakkında yazılmış her şeyi de bulup okuyorum. İşte o zaman o cümlede: Chesterton gibi... yüce, bunalımlı, durgun ya da şizofrenik yazabiliyorum. Hepsi bu. Ama bu arada, üç sözcük için on beş günümü harcamış oluyorum.
Artık Omnibus gibi haftalık dergiler için de çalışacağım. Fotoğraflı çalışmalar olacak. Bu benim için çok zor bir şey: Fotoğrafçı ayarlamak, insanlarla uğraşmak, röportaj yapmak, dolaşmak, sorular sormak. Benim gibi özellikle de tembel ve çekingen biri için korkunç bir iş bu. Ama bunu yapmam da gerekli çünkü beni, insanlarla görüşmek, sorunları ve insanları incelemek, hayat kesitlerini tanımak zorunda bırakacak. Şimdi Kurtuluş Ordusu ve yasadışı yollarla göçmenlik üzerine çalışacağım. Gazete için ne zaman röportaj yapmam gerektiyse hep küfrettim durdum, ancak sonradan bunun anlatımıma çok fayda sağladığını keşfettim. Beni masa başı yazar olmaktan bir tek bu kurtarabilir.
İşte böyle, Gismonda.
Bir bağ kamışa el koydun, filizlerle dolu kökleriyle ve kurumuş neden olmasın, yanmış çanak yaprakları. Duymuyor musun işe yaramaz şey? Ben duymuyorum.
Bunu bir daha yapma, Gismonda.
Editör Tatra gerçekten de fazla rahat ve uyuşuk bir adam, Paura sul sentiero’nun ödemesini hâlâ yapmadı.
Yazdığım Rangoni’yi okumuşsundur, sert eleştirime bir parça diplomatik bir biçem vermeye çalıştığım yerler korkunç bir şekilde kesintiye uğradı. Her halükârda tam bir saçmalık oldu. Viareggioluları neden bu kadar çok seviyorsun? Ben San Remoluların içine edeyim.
Hoşça kal. Bana yaz.
Calvino
Via XX settembre 35 Torino