Kırmızı Zar – Bir Dorset Muamması
ISBN: 978-975-08-2146-2
Tekrar Baskı: 3. Baskı / 02.2019
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 01.2012
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Orijinal Adı | : The Red Die - A Dorset Mystery |
Sayfa Sayısı | : 220 |
Boyut | : 13.5 x 19.5 cm |
Tekrar Baskı | : 3. Baskı / 02.2019 |
Ağaç Zamanı ve Albion’un Rüyası kitaplarıyla tanınan Roger Norman, yeni romanı Kırmızı Zar ile bu defa I. Dünya Savaşı’nın karanlık günlerine dönüyor.
Onbaşı Jack Yeoman, savaşa isyan ederek Batı Cephesi’ni terk eder. Cebinde, ne yöne gideceğini bilemediğinde sorup danıştığı biri beyaz, diğeri altı yüzünde altı farklı simge olan kırmızı renkte iki minik zar vardır. Sora sora doğup büyüdüğü Dorset’e kadar ulaşır. Ne var ki, artık firari olduğu için burada kalması imkansızdır. Üvey kardeşi Maggie Fox onu yalnız bırakmaz ve kendilerini Dorset’in puslu, karanlık yollarında bulurlar. Ağabeyi Charles, öfkeli duvar ustası Bill Bate, intikam güden Minterne Beyi Lawrence ve meşum Urley Papazı dört bir koldan farklı nedenlerle Jack’in peşine düşmüşken, ikilinin yolu arabacı Cockler ve ardından şifacı Bayan Dooley’le kesişir. Büyülü iksirlerin, doğaüstü güçlerin ve yanılsamaların laneti altında devam eden kovalamaca, Jack’i etrafını sarmalayan gizemin derinliklerine çeker. Milyonlarca insanın canına mal olan acımasız bir savaşı Jack Yeoman’ın hikayesi üzerinden anlatan ve bunu didaktik olmaktan uzak, etkileyici bir dille başaran Kırmızı Zar, renkli karakterleri ve merak uyandıran olaylarıyla elinizden bırakamayacağınız bir macera sunuyor.
1. BÖLÜM
Askerin Dönüşü
1917 yılının Kasım ayında Korgeneral Sir Lancelot Kiggell, savaş bölgesine ilk ziyaretini gerçekleştirdi. Makam arabası bataklıkta zar zor ilerleyerek savaş alanına yaklaşırken içindeki sıkıntı da giderek artıyordu. Sonunda ağlamaya başlayarak “Aman Tanrım, biz gerçekten adamlarımızı savaşsınlar diye buralara mı gönderdik” diye mırıldandı. Yanındaki adam savaşa katılmıştı; ruhsuzca “Yukarısı daha kötü” dedi.
Leon Wolff
Fırıl fırıl dönen zar havada görünmez zerreciklerin uçuşmasına neden olurken Jack Yeoman diğerlerini topladı. Yüzbaşı, Bill Bate ve papaz oradaydı. Maggie Fox, Jack Yeoman yüzünden gelmiş, Cockler da onun aracılığıyla dahil olmuştu. Böylece altı kişi oldular; Jack’in cebinde taşıdığı zarın kaç yüzü varsa o kadar.
Fransız birliklerinin “lanetli tepe” anlamına gelen Montmaudit adını verdikleri Maudremont’a saldırıldığında, bir kasaba dolusu İngiliz askeri düşman hattına omuz omza ilerleme emri aldıktan birkaç saat sonra öldü. Taşıdıkları 30 kilo kadar askeri ıvır zıvırın içinde gaz maskeleri, tel makasları ve tahkim edevatı, battaniye, su geçirmez pelerin ve bere, ilkyardım malzemeleri ve konserve sığır etiyle bisküviden oluşan tayınları vardı; ayrıca harbi ve yağı da unutmamak gerek. Tüfeğin ve 60 santimlik çelik süngünün yanında üstlerinde üç tane çubuk şeklinde el bombası, fişeklik, matara, tozluk, getr, kolluk ve şu kaba saba hâki gömleklerden vardı; askerlerin çoğu ya bunlarla ya da bunların altında, eğer patlama yeteri kadar büyük olursa bunlarsız ölecekti. Yanlarında maaş defterlerini de taşırlardı çünkü Majestelerinin Ordusu’ndaki her askerin haftada üç şilin alma hakkı vardı. Siperleri kapattıktan sonra koşmaları değil yürümeleri emrediliyordu. Siperlerinin üzerinden onları izleyen Alman makineli tüfek nişancılarının kendilerine doğru gelen adamların böyle kolay hedef olmalarına inanamadıkları ve şaşkınlıktan ateş açamadıkları anlatılır. Bir tanesi bunun panayırda teneke ördekleri vurmaktan farklı olmadığını söylemişti, ama durun, bu doğru olamaz çünkü teneke ördekler atış hattınızda sağa sola hareket ederek işi zorlaştırırlar, bu çocuklarsa doğrudan üstlerine geliyordu. Ayrıca elinizdeki Messerschmidt makineli tüfek fişekliğin yarısını tüfeğini adını söyleyebileceğinizden daha hızlı atabilirdi. Sadece birkaç kurşun bile hedefini bulsa, panayırdaki teneke ördeklerden daha çok sayıda adamı beş dakika içinde öldürebilirdiniz. Yok, pek böyle değil, çünkü bu genç askerler vücutlarının parçaları havada uçuşurken kafalarında bir delikle yere düşerdi. O gece, cesetleri toplamak için oluşturulan arama ekibine Jack Yeoman da katılmıştı; geri döndüklerinde çavuş rapora çoğunlukla küçük parçaların bulunabildiğini yazmıştı.
Gecenin ilerleyen saatlerinde Jack yaralılarla beraber zırhlı araca binerek cepheden ayrıldı. Ona sorulan hiçbir soruya cevap vermedi; travma yaşadığını ya da sağır olduğunu düşündüler, ki bu çok yaygındı. İki barikattan geçtikten sonra boğazı aşacak gemiye binmek için bir kontrol noktasında kuyruğa girmesine rağmen neredeyse tek kelime etmedi. Kontrol noktasındaki memur sarı bir pusula verdi ama denizdeyken pusulayı dalgalara attı. Kıyıya yaklaştıklarında birkaç haftalık sakallarıyla iki kara kuru İskoç yanına gelip ormanda başıboş yaşayan bir grup kaçağa katılması için ısrar etti. Karar vermeden önce çıkarıp zarlarını attı. Zarlar Daire Bir dedi; bu eve gitmesi anlamına geliyordu. Jack de öyle yaptı.
Konuştuğundan daha fazla düşünmüyordu. Zihnini boş tutuyordu. Bu zor bir şey değildi, bombalar o kadar çok şeyi zihninden uçurup götürmüştü ki. Çoğunlukla yolu ya da yol kenarlarını seyrediyor, yaprakların şeklini, çimenlerin kıvrımını ve ayaklarla toynakların bastıkları yerlerde oluşan küçük çamur heykelcikleri inceliyordu. Bazen çimenlerin arasında aşırı yüklenmiş çift kanatlı uçaklara benzeyen yusufçuklar, siyah tankları andıran böcekler, siperlerde koşturan karıncalar, arada bir de rütbelerini ve taburlarını gösteren bir ya da iki benekli kırmızı uğurböcekleri oluyordu. Ne tarafa gideceğini bilemediği zaman zarlara sordu, zarların kaç geldiğine hızlıca bakıp hangi yoldan gideceğini anladı. Bir beyaz, bir kırmızı zarı vardı. Beyaz zarın yüzleri bildik zarlar gibi birden altıya gidiyordu; ama kırmızı zarda Tarot’a, Tevrat’a ya da başka bir metne veya dini törene (en azından bu biçimlerde ve bu sırayla) ait olmayan altı sembol vardı: Kule, daire, haç, sütun, kılıç ve kurukafa. Zarları attığında çıkan sonucu Kule Üç ya da Sütun Beş diye okuyor ve hiç düşünmeden bir tarafa dönüyor veya tarlaların arasından devam ediyordu. Yol onu önce kuzeye, sonra batıya götürdükten sonra evine yönlendirdi. Çoğu zaman nerede olduğundan, nereye gittiğinden ve neden aklının bir kısmının inatla terk ettiği ilkel dünyada kaldığından emin değildi.