Kâzım Taşkent, Yapı Kredi ve Kültür Sanat.
Yazar: Hasan Ersel
Kategori: Özel Dizi
ISBN: 978-975-08-3036-5
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 09.2014
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 364 |
Boyut | : 15 x 23 cm |
“Kâzım Taşkent, Yapı Kredi ve Kültür Sanat.”
“Bizim gibi büyük kuruluşların iki görevi vardır. Birincisi, kendi iştigal konuları ile ilgili görevleri, ikincisi ise, topluma karşı olan görevleridir.
Biz, kültür ve sanatı seçtik. O yüzden biz, kültür ve sanat bankasıyız.”
Kâzım Taşkent
Hasan Ersel, Kâzım Taşkent’in fikirlerinin izinde, Türkiye’de yeniliklerin öncüsü bir kurumun, Yapı Kredi’nin başarısını, toplumsal yaşamın her alanında yarattığı dinamiklerin ve kültür sanat faaliyetlerinin iktisat odaklı bir okumasını yapıyor.
Yapı Kredi’nin Kuruluşu
Kâzım Taşkent bankacı değildi. Almanya’da kimya mühendisliği öğrenimi görmüş, Türkiye’ye döndükten sonra da kamu kesiminde sanayide çalışmıştı. Ancak, bu deneyiminin sonunda, kendisinin de açık yüreklilikle kabul ettiği gibi “bankacılıktan anlamamasına” rağmen, bir banka kurmaya kalkışmıştı. Nedenini şöyle açıklıyor:
... "Bankacılıktan anlamazdım, bu nedenle bankacılık alanında bir yenilik yaratmak gibi bir düşüncem yoktu. Ama görüyordum, memleketimde boş kalmış yığınla iş alanı vardı ve oralarda canlılık yaratabilmek, örnekler verebilmek için, para lâzımdı… Zengin olmadan, para gücünün olumlu işlerde kullanılabileceği tek yer banka idi. Bu nedenle banka kurdum, bankacı oldum." (Taşkent, 1997, s. 33; 7 Haziran 1968 tarihli not)
Bu açıklamada üzerinde durulması gereken bazı önemli noktalar var. Bunlardan birisi, Taşkent’in üzerinde çok durduğu, Türkiye’de yeterince sermaye birikimi olmaması sorunudur. Taşkent, pek çok alanda faaliyet gösterilememesini buna bağlıyor. Sermaye birikiminin sağlanabilmesi için toplumun tasarruf etmesi ve bu tasarrufu iktisadi gelişme için en uygun alanlarda sermaye birikimine yöneltmesi gerekiyor. Bu noktada ikinci bir
soru akla geliyor: Kimler tasarruf yapabilir? Buna verilebilecek en basit yanıt, “harcamaları gelirlerinden az olanlar”. Ancak tasarruf yapmak ile bunu yatırıma, hele ülke ekonomisi açısından önem taşıyabilecek büyüklükte bir yatırıma dönüştürebilmek özdeş değil. Bir soru daha sormak gerekiyor: Kimlerin kişisel tasarrufları, ciddi büyüklükte yatırım projelerine dönüşebilecek büyüklüktedir? Yanıt açık: Zenginlerin!
Bu noktadan hareketle bir başka soruna geçebiliriz. Bir toplumda sermaye birikiminin zenginlerin tekeline (başka bir deyişle keyfine) bırakmak iktisadi gelişmeyi sağlamak için gerekli ve yeterli midir? Bu sorunun yanıtı çifte “hayır”dır. Bir kere, sermaye birikimini sağlamak için gerekli tasarruflar başka yollarla da (örneğin küçük tasarrufları bir araya getirerek) sağlanabilir.
Öte yandan, zengin insanların tasarruf eğilimleri yüksek olabilir, ama bu onların iktisadi gelişme için en uygun alanlara yatırım yapacaklarını, yani bu alanlarda sermaye birikimini sağlayacaklarını, güvence altına almaz. Başka bir deyişle onları tercihlerine uygun yatırım alanları ile iktisadi gelişme için gerekli olan yatırımlar farklılaşabilir. Bunu söz konusu kişilerin kusuru olarak görmemek gerekir. Yatırım yapabilecek kadar tasarrufu olan zengin bir insanı düşünelim. Bu kişi, doğal olarak kendisinin başarılı olacağını düşündüğü bir alanda, kendisi için en yüksek kazancı sağlayacak projeye yatırım yapmayı tercih edecektir. Dolayısıyla onun yatırım kararını yönlendiren yatırımın özel getirisi (private return) olacaktır. Ancak, iki nedenle bu kararı toplumsal getirisi (social return) en yüksek olan projenin yapılmamasına yol açabilir. Bunlardan ilki yatırımcının kendi beceri ve deneyimden kaynaklanan sınırlamalardır. Bu tür kısıtlar girişimciyi, toplumsal, hatta bireysel, getirisi daha yüksek olsa bile bazı projelere yatırım yapmaktan alıkoyabilir. Örneğin biyoteknoloji konusunda hiç fikri olmayan, buna karşılık turizm alanında deneyim sahibi bir yatırımcı açısından ilk alana yatırım yapmak bir seçenek olmayabilir. Bu durumda, biyoteknoloji alanındaki bir projeye, toplumsal, hatta bireysel, getirisi daha yüksek olduğu halde yatırım yapılmamış olacaktır. İkinci olarak, bir girişimciden aldığı yatırım kararının ekonomi üzerindeki tüm etkilerini hesaba katması beklenemez. Bir yatırımın ekonominin diğer kesimlerinde üretim ve istihdam artışı yaratıp yaratmadığı, yatırımcının kararını etkileyen unsurlar değildir. Oysa, bir proje bireysel kârlılığının yanı sıra bu türlü sonuçların ortaya çıkmasına da katkıda bulunuyorsa, onun “toplumsal getirisi” daha yüksek ya da daha düşük olabilir.