Türkiye’de Çağdaşlaşma
Yazar: Niyazi Berkes
Kategori: Cogito
ISBN: 978-975-08-0434-1
Tekrar Baskı: 36. Baskı / 02.2024
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 10.2002
Hazırlayan: Ahmet Kuyaş
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 600 |
Boyut | : 16.5 x 24 cm |
Tekrar Baskı | : 36. Baskı / 02.2024 |
Niyazi Berkes’in ilk kez 1964’te The Development of Secularism in Turkey başlığıyla İngilizce yayımlanan bu başyapıtı, daha sonra dilimize de kazandırılmış, Cumhuriyet’in 50. yılında ve daha sonra 1978’de iki baskısı yapılmıştır. Berkes’in kitaba sonradan eklediği notlar da göz önüne alınarak eksiksiz bir kaynakça ve dizinle tekrar Türk okuruna sunduğumuz bu önemli çalışmada, Türkiye’nin geleneksel devlet sisteminden laik bir yönetime geçişinin kapsamlı tarihi Berkes’in özgün yaklaşımları ve benzersiz yorumları eşliğinde okunabilir.
Cumhuriyet tarihine damgasını vurmuş 75 kitaptan biri sayılan bu vazgeçilmez kaynak, bu köklü değişim süreci içindeki ekonomik yapıya ve buna bağlı teknik gelişmelere de ışık tutmakta, bunlara koşut olarak gelişen siyasal ve dinsel dönüşümleri de toplumdaki yansımalarıyla birlikte ele almaktadır. Alanındaki en nitelikli tarih incelemesi diyebileceğimiz bu önemli çalışma, okurun Türkiye’nin bugününü belli işaret noktalarından hareketle okumasını sağlayacak, daha sağlıklı değerlendirmeler için bir çıkış noktası oluşturacaktır.
1700 yılları
1699 yılının başında yapılan Karlofça Antlaşması’yla Osmanlı devleti Macaristan ve Transilvanya’yı, savaş halinde olduğu Avusturya’ya bırakıyor, Podolya ve Ukrayna Polonya’ya, Mora Venedik’e veriliyordu. Azak’ı alan Rusya’ya burası bırakılmakla Moskof devleti ilk kez Karadeniz’e adımını atmış oluyordu. Bunlar toprak kayıpları. Antlaşmanın asıl önemli olan iki yanı daha vardı r: a) Hıristiyan devletlerin Osmanlı devletine haraç vermesi kaldırılıyordu, b) Osmanlı devleti bundan sonra Avrupa savaşlarında ve politikasında büyük bir devlet olmak yerine diplomatik önemi olmayan bir devlet olacak, yani daha güçlü Avrupa devletlerinin (Fransa, Avusturya, İngiltere ve Rusya’nın) birbirleriyle çarpıştığı diplomasi mekanizmasında sadece onların amaçlarına göre itilen ya da tutulan bir araç olacaktı.
Ancak Moskof devleti, henüz Osmanlı devletinin başlıca düşmanı olmamıştı. Nitekim on yıl sonra Büyük Petro’nun Prut yenilgisi üzerine bu devlet sağladığı kazançları kaybetti. Bundan üç yıl sonra Venedik de Mora’yı kaybetti. Osmanlı devletinin karşısında asıl güç Avusturya idi. Mora’nın alınışından sonra, ileride kendisinden söz edeceğimiz Gedikli Müteferrika İbrahim Efendi elçiliği ile Viyana’da Savoia Prensi ve Avusturya komutanı Eugène ile yapılan müzakerelerden bir sonuç alınamayarak iki yıl sonra, yani 1716’da Damat Ali Paşa sadaretinde savaşlar yine başladı. Avusturyalıların Belgrad’ı alması ve İngiltere ile Hollanda’nı n araya girmeleriyle, bu savaş da 1718’de Pasarofça Antlaşması’yla sonuçlandı. Bu antlaşma ile Osmanlı devleti, Macaristan’dan Karlofça Antlaşması’yla elinde kalmış olan Banat ve Temeşvar’ı, Belgrad’ı ve Sırbistan’da bazı kaleleri de Avusturya’ya bırakıyordu. İki devlet arasında 25 yıl süreli bir barış sözleşmesi yapıldı.
İşte bu sürekli barış politikası zamanındadır ki çoktan beri eski Osmanlı örgütlerini diriltmek yolunda giden ıslahat Şkri yerine Batı yöntemlerini alma yönüne çevrili ıslahat Şkirlerinin Şlizlenmeye başladığını görürüz. Fakat 1718’deki sürekli barış politikasının hep sürdürüldüğünü sanmayalım. Çünkü artık Avrupa diplomasisinin çatışık ağları içine giren Osmanlı devleti birinci derecede Rusya, Avusturya, Fransa devletlerinin; ikinci derecede İngiltere, İsveç, Polonya devletlerinin çıkarları yüzünden (bunlara bir de İran’da Nadir Şah’la süren uzun savaşları katmalıyız) 56 yıl sonra büyük bir yenilgi ve yıkıntı ile sonuçlanacak olan bir dizi savaşa sürüklenmiştir. Çağdaşlaşma tarihimiz, daha ilk aşamasında, birçok kesintiye uğramıştır. İç çatışma ve savaşların rolünü de ileride göreceğiz. Geleneksel düzenin bozulduğunun ilk görüldüğü 1595 tarihi ile başlamış olan geleneksel düzene dönme görüşünün yetersizliğinin anlaşılmasıyla, başlama tarihi olarak aldı- ğımız ortalama 1700 tarihinden sonra, eskiden yeniye geçme sorununun getireceğ i aşamaların ilkini bu bölümde inceleyeceğiz.
18. yüzyılın 1718’den 1730’a kadarki 12 yıllık dönemini “Lâle Devri” olarak nitelendirmek ve sözünü ettiğimiz yeni yönün başlangıcı olan uyanışla bunu çağrışımlamak âdet olmuştur. Bu adlandırmanın asıl nedeni, saray ve devlet adamlarının savaş yerine barış politikası içinde bir barış ve gelişme dönemi açtıkları sanısıdır. Halbuki bu dönemde ve arkasından gelen yıllarda ne kalıcı bir barış dönemi gelmiş, ne iç huzur sağlanmış, ne de toplum refaha yönelmiştir. 1723’te, bir Afgan Türkü olan Nadir Şah’ın zaptettiği İran’la çeyrek yüzyıl süren savaşlar başlamış, 1730’da bir esnaf-yeniçeri ayaklanması olmuş, padişah düşürülmüş, “Lâle Devri” ileri gelenleri yok edilmiştir. Bu koşullar altında şimdi gözden geçireceğ imiz ilk çağdaşlaşma Şkirleri ve girişimleri siyasal düzende bir iyileşme sağlamadığı gibi, göreceğimiz önemli Şkirler uygulanma fırsatı bulamamış, bunlar toplumca tutulmamıştır. Oysa bu ilk adımların önemli olanlarının kimilerini incelemeye başladığımız zaman, toplumsal ve siyasal bir evrimin kapılarını açacak koşullar ve görüşler karşımıza çıkacaktır. Bunları gözden geçirdikten sonra, bu yeni görüşlerin gerektirdiği yolda gidilmemiş olmasının nedenlerini irdeleme işi ile karşılaşacağız.