Kırık Kalpler Terzihanesi
Yazar: Ali Teoman
ISBN: 978-975-08-2351-0
Tekrar Baskı: 5. Baskı / 01.2022
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 09.2012
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 140 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
Tekrar Baskı | : 5. Baskı / 01.2022 |
Kırık Kalpler Terzihanesi, Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı, İnsansız Konağın İkonu, Pervaneler, Aşk Yaşama Çok Uçuk, Horasan Elyazması ve Taş Devri ile öykücülüğümüzün yenilikçi çizgisindeki yerini alan Ali Teoman’ın yedinci öykü kitabı. Gizemli, Romanesk ve Grotesk öykülerin bir araya geldiği kitabın Romanesk Öyküler bölümü yazarın son romanı Gecenin Atları ile kesişiyor. Anlaşılıyor ki anlatı evreninin boyutlarını öykü-roman ayrımı gözetmeden sergilerken kendine özgü öyküleme biçimlerinin izini sürmeyi bırakmayan bir yazar var karşımızda.
Ali Teoman, ardında bıraktığı metinlerle de öykücülüğümüze yepyeni “yapı”lar kazandırmayı sürdürüyor.
Bahar Temizliği
Bir ilkbahar günü, güneşli, güzel bir gün, sabah erkenden evini temizlemeye karar veriyorsun. Köşe bucak açılmalı, gereksiz süprüntüler kapı önüne konmalı. Yatak odasındaki giysi dolaplarından başlıyorsun önce. Askılardaki giysileri, çekmecelerdeki havlu, çarşaf ve iççamaşırlarını elden geçiriyorsun; üst raflara göz atıyorsun. Eskimiş, küçülmüş, eprimiş, rengi solmuş, modası geçmiş giysiler ve kumaş parçaları, odanın ortasında gitgide yükselen rengârenk bir yığın oluşturuyor. Daha sonra sandık odasındaki dolaplara, oradan da mutfaktakilere geçiyorsun. Yöntemli ve düzenli çalışıyorsun, hiçbir şey dikkatli gözlerinden kaçmıyor, yığın gitgide büyüyor. Sıra, çalışma odana geliyor. Kitaplıkları elden geçiriyorsun. Kapağı yırtılmış, sayfaları sararıp gevrekleşmiş birçok kitap, çöp tenekesini boyluyor. Açıla açıla ufalmış kurşunkalemleri, kullanılmaktan ufalıp kararmış, sıcaktan eğri büğrü olmuş silgileri, günışığının soldurduğu ve zamanın yorduğu daha birçok kırtasiye malzemesini, büyük bir iç ferahlamasıyla atıyorsun. Sonra, bir köşeye sıkışmış, yıllardır açmadığın, içinde ne olduğunu bile unuttuğun küçük bir sandık çekiyor dikkatini. Hemen gidip kapağını açıyorsun. Ahşap ve eski kâğıt kokusu çarpıyor burnuna; zaman aşımının öğüttüğü kâğıtların, pudramsı, sarımtırak tozu yükseliyor sandıktan. Elini sandığın içine daldırıp içindeki kâğıtları, defterleri karıştırıyorsun. Bu sayfalardaki okunaksız elyazısı, sana hiç de tanıdık gelmiyor. Yazıyı sökemiyor, okuyabildiğin yerleri de tam olarak anlayamıyorsun. Başka bir alfabeyle, başka bir dilde yazılmış sanki. Birdenbire, bu elyazılarını daha önce hiç görmemiş olduğunu anlıyorsun. Onların kime ait olduklarını, nasıl olup da bu sandığın içine girdiklerini bilmiyorsun. Bu sandık senin mi? Bu yazıları bir zamanlar sen mi yazıp buraya koydun ve sonra da tümüyle sildin aklından? Yoksa önceki kiracının taşınırken burada unuttuğu, senin de günün birinde sahibi çıkagelir düşüncesiyle atmadığın, bir köşeye koyduğun birkaç parça eşyadan biri mi bu sandık? Ya da evine gelen arkadaşlarından biri mi bıraktı onu burada? Öyleyse eğer, bir unutkanlık sonucu mu, yoksa bile isteye, günün birinde sen bulup içindekileri okuyasın diye mi? Ancak seni daha da çok şaşırtan başka birşey var: Bu sandık yıllar yılı burada böylece durdu. Nasıl oldu da şimdiye dek bütün bunların farkına varmadın? Çalışma odanda bir başkasının (kimin?) cesedini saklıyordun; iyice gizlenmiş, kilit altına alınmış, bütün meraklı gözlerden uzak... Nasıl oldu da şu âna dek bunu anlayamadın?