Horasan Elyazması
Yazar: Ali Teoman
ISBN: 978-975-08-4152-1
Tekrar Baskı: 2. Baskı/ 02.2021
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 01.2018
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 124 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
Tekrar Baskı | : 2. Baskı/ 02.2021 |
“Horasan Elyazması”
Düşten gerçeğe, tarihten güncele yankılarla dolu renk-âhenk öyküler.
Ali Teoman’ın ilk baskısı 2009 yılında yayımlanan “Horasan Elyazması” adlı öykü kitabının yeni baskısı Yapı Kredi Yayınları tarafından yapıldı.
“Horasan Elyazması”, Ali Teoman’ın romanlarına yoğunlaştığı bir dönemde ortaya çıkan, yazarlığının bütün nüvelerini taşıyan on üç oyunbaz metinden oluşuyor. Ücra köşelerden cımbızlanmış sözcükler, çağrışım gücü yüksek bölük pörçük cümleler, ustalara göz kırpan epigraflar… Bu tipik Ali Teoman kitabında ithaf edilen kişiler de metne dahil.
Kızın, sultanın ve şehzadenin adlarının hiçbir kaynakta bulunamayışını açıklamak kolay değil. Sanki dökülen onca kanı unutturmak için, kayıtlarından tümüyle silip atmış onları tarih. Ve insan düşününce, şaşmadan edemiyor: Tüm iyiniyete, çabaya ve özene karşın, kehanetin yine de sözcüğü sözcüğüne doğru çıkmış oluşu ne tuhaf!
Asmalımescit
Meyhaneden çıkıyorum. Soğuk ve ıslak bir Kasım gecesi. Yerde su birikintileri var. Çevredeki bütün ışıklar sönmüş. Öteki meyhane ve pavyonlar kapatmış olmalı. Saatime bakıyorum. Bire geliyor. Eve gitmek için henüz çok erken olduğunu düşünüyorum ve bu saatte heryerin kapanmış oluşuna şaşıyorum. Meyhaneye geldiğimde saate bakmamıştım, ancak o sırada karanlık çoktan çökmüş olduğuna göre, en az yedi buçuk sekiz olmalı. Herzamanki yerimde, salonun en dibinde, merdivenaltındaki o ufak masada saatlerce tek başıma oturdum ve çevremi, gelip giden müşterileri, gedikli akşamcıları izleyerek içtim. Buraya gelenlerin çoğunu tanıyorum artık. Bir devlet dairesindeki memurlar gibiyiz; aşağı yukarı hep aynı kişiler aynı saatlerde gelip aynı masalara oturuyorlar. Birer kimlik yakıştırıyorum herbirine kendimce: Paragöz avukat, yeteneksiz ressam, iktidarsız muhasebeci, fırsatçı muhabir, başarısız aktör... Adlar pek önemli değil; Ahmet ya da Mehmet olmuş, fark etmiyor. Onları bu yakıştırma sanlarıyla düşünmeye öyle alıştım ki, olduklarını düşlediğim kişi olduklarından en ufak bir kuşkum yok. Birisi çıkıp da benim “yeteneğini satmış reklam filmi yönetmeni” olarak adlandırdığım kişinin gerçekte “karısı tarafından boynuzlanan alkolik şair” olduğunu söylese ve üstelik bu savını somut belgelerle kanıtlasa, yine de ona inanmaz, kendi düşüncemde direnirdim. Ne var ki bu arada kendime şu soruyu sormadan da edemiyorum tabii: Ben onlar hakkında böyle düşünürken, onlar benim hakkımda acaba neler düşünüyorlar? Merdivenaltının loşluğuna sığınarak kadehimin ardından çevremi gözetleyip duruyorum. Görünüşe bakılırsa, hiçkimse benim orada olduğumun farkında değil. Ama acaba gerçekten öyle mi? Pardösümün yakalarını kaldırmam, yüzümün yarısının gölgeye düşmesi, kendimi sürekli olarak yoğun bir sigara dumanının ardına saklamam ve bekingen suskunluğum, ilk bakışta üzerime pek dikkat çekmememi sağlıyor belki, evet, ancak bütün bütüne görünmez olduğum anlamına da gelmiyor bu.
Titiz ve araştırıcı bir gözün saldırısına herzaman açığım. Bu korunaksızlığım çok tedirgin ediyor beni. Başımı ne yana çevirirsem çevireyim, sırtımda meraklı bir bakış hisseder gibi oluyorum. Hatta şu anda, Asmalımescit’ten Tünel’e doğru ağır ağır yürürken bile.