Harry Potter ve Sırlar Odası
ISBN: 978-975-08-0295-0
Tekrar Baskı: 67. Baskı / 09.2024
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 05.2001
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Orijinal Adı | : Harry Potter and the Chamber of Secrets |
Sayfa Sayısı | : 316 |
Boyut | : 13.5 x 19.5 cm |
Tekrar Baskı | : 67. Baskı / 09.2024 |
Dursley’ler o yaz öylesine çekilmez olmuşlardır ki, Harry bir an önce okulu Hogwarts’a geri dönmek için can atmaktadır. Eşyalarını toplarken ortaya çıkan ev cini Dobby ise onu uyarır: Hogwarts’a dönerse, bir felaket olacaktır. Olur da: Sırlar Odası’nın açılmasıyla ortaya çıkan karanlık bir güç, Hogwarts’takileri taşa çevirmeye başlar. Harry, hayatını tehlikeye atarak, Oda’nın elli yıllık ölümcül gizemini çözmeye çalışır. Ve gerçekten de başına gelmedik felaket kalmaz. Harry Potter’ın okuldaki ikinci yılını anlatan Harry Potter ve Sırlar Odası’nda J.K. Rowling, bildik öğrenci sorunlarını -kıskançlıklar, rekabetler, çekingenlikler- yer yer ürkütücü, yer yer komik düşsel öğelerle ustaca iç içe geçiriyor. Dizinin ilk kitabı Harry Potter ve Felsefe Taşı kadar sürükleyici olan bu ikinci kitabı heyecandan soluğunuzu tutarak okuyacaksınız.
En Berbat Doğum Günü
Privet Drive dört numarada kahvaltı sırasında bir tartışma patlak vermişti, her zaman olduğu gibi. Mr Vernon Dursley sabahın erken saatlerinde uykusundan, yeğeni Harry’nin odasından gelen bir baykuş feryadıyla uyanmıştı.
Masanın karşısından, “Bu hafta üç etti!” diye bağırdı. “Eğer o baykuşu kontrol edemiyorsan, gitmek zorunda kalacak, o kadar!”
Harry bir kez daha açıklamaya çalıştı.
“Canı sıkılıyor. Dışarıda uçmaya alışkın. Onu geceleri olsun dışarı çıkarabilsem...”
Vernon Enişte, fırça gibi bıyığından sarkan bir parça sahanda yumurtayla, “Aptala benzer bir halim var mı?” diye hırladı. “O baykuş serbest bırakılırsa neler olacağını biliyorum.”
Karısı Petunia ile birbirlerine karanlık bakışlar fırlattılar.
Harry derdini anlatmaya çalıştı ama ağzından çıkan sözcükler, Dursley’lerin oğlu Dudley’den çıkan uzun, gürültülü bir geğirmenin içinde boğulup gitti.
“Daha pastırma istiyorum.”
Petunia Teyze muazzam oğluna sisli gözlerle baktı ve, “Tavada daha var, tatlım,” dedi. “Hazır elimizde fırsat varken, seni iyice beslemeliyiz... Okul yemekleri için duyduklarım hiç hoşuma gitmiyor...”
”Saçma, Petunia. Ben Smeltings’e giderken hiç aç kalmadım,” dedi Vernon Enişte, iştahla. “Yeterince yiyor, değil mi evlat?”
Poposu mutfak iskemlesinin iki yanından taşacak kadar iri olan Dudley sırıttı ve Harry’ye döndü.
“Tavayı versene.”
Harry, canı sıkkın, “Sihirli kelimeyi unuttun,” dedi.
Bu basit cümlenin, ailenin geri kalanı üstünde inanılmaz bir etkisi oldu: Ağzı açık kalan Dudley, bütün mutfağı sarsan bir gümbürtüyle iskemlesinden yuvarlandı. Mrs Dursley küçük bir çığlık atarak elini ağzına kapattı. Mr Dursley ise, şakaklarındaki damarlar atarak ayağa fırladı.
“ ‘Lütfen’ demek istedim!” dedi Harry, çabucak. “Yoksa başka...”
Eniştesi, masaya tükürük saça saça, “NE DEMİŞTİM BEN SANA?” diye gümbürdedi. “EVDE O ‘S’YLE BAŞLAYAN KELİMEYİ SÖYLEMEK HAKKINDA...”
“Ama ben...”
“NE CESARETLE DUDLEY’Yİ TEHDİT EDERSİN?!” diye kükredi Vernon Enişte, masaya da bir yumruk attı.
“Ben sadece...”
“UYARMIŞTIM SENİ! BU ÇATININ ALTINDA ANORMALLİĞİNDEN SÖZ EDİLMESİNİ HOŞ GÖRMEM!”
Harry bakışlarını, yüzü mosmor olmuş eniştesinden, Dudley’yi ayağa kaldırmaya çalışan rengi atmış teyzesine çevirdi.
“Peki,” dedi, “peki...”
Vernon Enişte, av kokusu almış gergedan gibi soluyarak ve küçük, keskin bakışlı gözlerinin ucuyla Harry’yi dikkatle kollayarak yeniden yerine oturdu.
Harry yaz tatili için eve geldiğinden beri Vernon Eniştesi ona her an patlayacak bir bombaymış gibi davranıyordu. Çünkü Harry normal bir çocuk değildi. Aslına bakacak olursanız, normal olmaktan alabildiğine uzaktı.
Harry Potter bir büyücüydü – Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’ndaki ilk yılını henüz tamamlamış bir büyücü. Ve Dursley’ler tatilde onun evlerine dönmesinden mutsuz oluyorlarsa eğer, onların mutsuzluğu Harry’ninkinin yanında hiç kalırdı.
Hogwarts’ı öyle özlüyordu ki, bitmeyen bir karın ağrısıydı sanki. Gizli geçitleri ve hayaletleriyle şatoyu özlüyordu. Sonra derslerini (belki İksir hocası Snape hariç), baykuşla gelen postayı, Büyük Salon’daki şölenlerde yiyip içmeyi, kuledeki yatakhanede dört direkli karyolasında uyumayı, bekçi Hagrid’i Yasak Orman’ın yanındaki arazide bulunan kulübesinde ziyaret etmeyi ve hele büyücülük dünyasının en popüler sporu Quidditch’i (altı tane yüksek kale, uçan dört top vardır ve süpürgelere binmiş on dört oyuncu tarafından oynanır)...
Harry’nin bütün büyü kitapları, asası, cüppeleri, kazanı ve pek kaliteli Nimbus İki Bin süpürgesi Vernon Enişte tarafından, hem de daha Harry eve gelir gelmez, merdivenin altındaki bir dolaba kilitlenmişti. Yaz boyu antrenman yapmadığı için Harry kendi okul binasının Quidditch takımındaki yerini kaybetse bundan Dursley’lere ne? Harry ev ödevlerinin hiçbirini yapmadan okula dönse Dursley’lere ne? Dursley’ler, büyücülerin Muggle’lar dediği cinstendi (yani damarlarında bir damla büyülü kan yoktu) ve onlara bakacak olursanız, ailede bir büyücü olması fevkalade utanç verici bir durumdu. Hatta Vernon Enişte, Harry’nin baykuşu Hedwig’i, büyücüler dünyasına mektup taşımasın diye, asma kilitle kafesine hapsetmişti.
Harry ailenin geri kalanına hiç mi hiç benzemiyordu. Vernon Enişte iriydi ve boyunsuzdu, koskoca kapkara bir bıyığı vardı; Petunia Teyze at yüzlü ve kemikliydi; Dudley ise sarışın, pembe ve domuzcuk gibi. Harry’ye gelince, o, küçümen ve zayıftı, pırıl pırıl yeşil gözleri ve hep dağınık duran kuzgun karası saçları vardı. Yuvarlak gözlük takardı, alnında da ince, şimşek biçiminde bir yara izi vardı.
Harry’yi, bir büyücü için bile olağanüstü hale getiren de bu yara iziydi işte. Bu iz, yalnızca onun pek esrarlı geçmişini ima etmekle kalmıyordu. Aynı zamanda on bir yıl önce Dursley’lerin kapı eşiğine bırakılmasının da nedeniydi.
Harry bir yaşındayken gelmiş geçmiş en büyük kara büyücünün, cadılarla büyücülerin hâlâ ismini ağızlarına almaya korktukları Lord Voldemort’un lanetinden nasılsa sağ salim kurtulabilmişti. Harry’nin annesiyle babası Voldemort’un saldırısında ölmüştü ama, Harry şimşek biçimi iziyle kurtulmuştu ve nasıl olduysa –kimse nasıl olduğunu anlamıyordu– Voldemort’un güçleri, Harry’yi öldürmeyi başaramadığı an yok edilmişti.
Böylece Harry’yi, ölen annesinin kız kardeşiyle onun kocası büyütmüşlerdi. On yılını Dursley’lerle geçirmiş, istemediği halde nasıl tuhaf şeylerin olmasına yol açıp durduğuna şaşmıştı. Dursley’lerin ona anlattığı hikâyeye inanmış, yara izinin annesiyle babasının ölümüne yol açan otomobil kazasından kaldığını sanmıştı.
Ve derken, tam bir yıl önce, Hogwarts, Harry’ye mektup göndermiş ve bütün hikâye ortaya çıkmıştı. Harry kendisinin de, yara izinin de meşhur olduğu büyücü okulunda yerini almıştı... ama şimdi okul bitmişti ve yaz için yeniden Dursley’lerin yanına dönmüştü. Yeniden, kokulu, pis bir şeylerin içine yuvarlanmış bir köpek muamelesi görmeye dönmüştü yani.
Dursley’ler o günün Harry’nin on ikinci doğum günü olduğunu bile hatırlamamışlardı. Aslında pek umudu yoktu. Zaten ona doğum gününde hiç doğru dürüst armağan vermemişlerdi, nerde kalmış pasta. Ama büsbütün bilmezlikten gelmek de...
Tam o anda Vernon Enişte ciddi ciddi boğazını temizledi ve, “Şimdi,” dedi, “hepimizin bildiği gibi bugün çok önemli bir gün.”
Harry başını kaldırdı, inanmaya cesaret edemiyordu.
Vernon Enişte, “Bugün meslek hayatımın en büyük iş anlaşmasını yapabilirim,” dedi.
Harry yeniden başını kızarmış ekmeğine eğdi. Tabii, diye düşündü, acı acı. Vernon Enişte o salak akşam yemeği davetinden söz ediyordu. On beş gündür başka hiçbir şeyden söz etmemişti zaten. Zengin bir inşaatçıyla karısı akşam yemeğine geliyorlardı ve Vernon Enişte ondan koskoca bir sipariş almayı umut ediyordu (Vernon Enişte’nin şirketi matkap yapardı).
“Sanırım programın üstünden bir daha geçsek iyi olacak,” dedi. “Saat sekizde hepimiz yerlerimizde olmalıyız. Petunia, sen...”
Petunia Teyze hemen, “Salondayım,” dedi, “onları nezaketle yuvamıza buyur etmek için bekliyor olacağım.”
“Güzel, güzel. Ve Dudley...”
Dudley, pis, şapşal bir gülümseme takınarak, “Kapıyı açmak için bekliyor olacağım,” dedi. “Paltolarınızı alabilir miyim, Mr ve Mrs Mason?”
“Ona bayılacaklar!” diye haykırdı Petunia Teyze, kendinden geçmiş gibi.
“Mükemmel, Dudley,” dedi Vernon Enişte. Sonra Harry’ye döndü. “Ya sen?”
Harry, ifadesiz bir sesle, “Odamda olacağım, hiç gürültü etmeyip orada yokmuşum gibi davranacağım,” dedi.
“Aynen öyle,” dedi Vernon Enişte pis pis. “Ben onları alıp salona getireceğim, seninle tanıştıracağım, Petunia ve onlara içki vereceğim. Saat sekizi çeyrek geçe...”
“Ben yemek hazır diye haber vereceğim,” dedi Petunia Teyze.
“Ve Dudley, sen de –“
“Size yemek odasına kadar refakat edebilir miyim, Mrs. Mason?” diye şişman kolunu görünmez bir kadına sundu Dudley.
Petunia Teyze, “Benim kusursuz küçük centilmenim!” diye burnunu çekti.
“Ya sen?” dedi Vernon Enişte Harry’ye, nefretle.
“Ben odamda olacağım, hiç gürültü etmeyeceğim ve orada değilmişim gibi davranacağım,” dedi Harry, isteksizce.
“Tamı tamına. Şimdi, yemekte birkaç sıkı iltifat yapmaya bakmalıyız. Petunia, bir fikrin var mı?”
“Vernon bana harika bir golfçu olduğunuzu söyledi, Mr Mason... Lütfen bana o elbiseyi nerden aldığınızı söyleyin, Mrs Mason...”
“Mükemmel... Dudley?”
“Şuna ne dersiniz: ‘Okulda kahramanımız üzerine bir kompozisyon yazmamızı istediler Mr Mason ve ben de sizi yazdım.’ ”
Bu kadarı hem Petunia Teyze’ye, hem de Harry’ye biraz fazla gelmişti. Petunia Teyze gözyaşlarına boğulup oğlunu kucaklarken, Harry güldüğünü görmesinler diye masanın altına daldı.
“Ya sen, çocuk?”
Harry masanın altından çıkarken yüzüne ciddi bir ifade vermeye çalıştı.
“Odamda olacağım, hiç gürültü etmeyeceğim ve orda değilmişim gibi davranacağım.”
Vernon Enişte, şiddetle, “Hem de nasıl,” dedi. “Mason’lar senin hakkında hiçbir şey bilmiyor, bilmemeye de devam edecekler. Yemek bitince, sen Mrs Mason’ı kahve için salona geri götürürsün, Petunia, ben de konuyu matkaplara getiririm. Biraz şansım varsa, On Haberleri’nden önce anlaşmayı imzalatıp mühürletirim. Yarın bu saatlerde Mayorka’da bir yazlık ev pazarlığı yapıyor olacağız.”
Doğrusu Harry’yi bu planlar da pek heyecanlandırmıyordu. Dursley’ler onu Privet Drive’dayken sevmiyorlardı ki, Mayorka’da sevsinler...
“Tamam – Dudley’yle bana smokin almak için şehre iniyorum. Ve sen,” diye hırladı Harry’ye, “temizlik yaparken teyzenin ayağının altında dolaşma.”
Harry arka kapıdan çıktı. Pırıl pırıl, güneşli bir gündü. Çimenliği geçti, bahçe sırasına çöktü ve yavaş sesle, “Mutlu yıllar bana... mutlu yıllar bana...” diye şarkı söyledi.
Kart yok, armağan yok, üstelik de akşamı orda yokmuş gibi yaparak geçirecekti. Mutsuz bir şekilde çite gözlerini dikti. Kendini hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. Harry, Hogwarts’taki her şeyden fazla, hatta Quidditch oynamaktan bile daha fazla, en iyi arkadaşları Ron Weasley ile Hermione Granger’ı özlüyordu. Ancak arkadaşları onu hiç özlemiyormuş gibiydi. Her ikisi de ona yaz boyunca yazmamışlardı, üstelik de Ron, Harry’ye onu evlerinde kalmaya davet edeceğini söylediği halde.
Harry defalarca Hedwig’in kafesini sihirle açıp onu bir mektupla Ron ve Hermione’ye göndermenin eşiğine gelmişti. Ama böyle bir rizikoya girmeye değmezdi. Yaşça küçük büyücülerin okul dışında sihir kullanmasına izin yoktu. Harry, Dursley’lere bunu söylememişti, çünkü asası ve süpürgesiyle birlikte merdivenin altındaki dolaba onu da kilitlemelerine tek bir şeyin engel olduğunu biliyordu: hepsini pabuçtartan böceğine döndüreceğinden korkmaları... Geri döndükten sonraki ilk iki haftada Harry ağzının içinde saçma sapan şeyler mırıldanıp Dudley’nin odadan, şişman bacaklarının onu taşıyabildiği hızla apar topar kaçışını gözleyerek hoşça vakit geçirmişti. Ama Ron ile Hermione’nin bunca uzun süre sessiz kalmaları Harry’nin kendisini sihir dünyasının o kadar dışında kalmış hissetmesine yol açmıştı ki, Dudley’yle alay etmenin bile zevki kalmamıştı – şimdi de Ron’la Hermione doğum gününü unutmuşlardı işte.
Hogwarts’tan bir mesaj almak için neler vermezdi ki... Herhangi bir cadı ya da büyücüden... Hani neredeyse baş düşmanı Draco Malfoy’u bile görse memnun kalacak hale gelmişti, bütün bunların bir düş olmadığından emin olmak için...
Ona bakarsanız, Hogwarts’ta geçen yıl da baştan sona eğlenceli sayılmazdı. Ders yılının en sonunda, Harry, Lord Voldemort’un ta kendisiyle karşı karşıya gelmişti. Voldemort eski haline göre harabeye dönmüştü dönmesine, ama olsun. Gene de dehşet vericiydi, şeytan gibi kurnazdı, gücü yeniden ele geçirmeye kararlıydı. Harry ikinci kez Voldemort’un pençelerinden kaçıp kurtulmayı başarmıştı, ama kıl payı bir kaçıştı bu. Şimdi, haftalar sonra bile geceleri buz gibi tere batmış halde uyanıyor, Voldemort’un nerede olduğunu merak ediyor, onun soluk yüzünü, çılgın bakışlı kocaman gözlerini hatırlıyordu...
Harry birden bahçe sırasında dimdik oturdu. Çite dalgın dalgın bakıyordu – ve çit de ona bakıyordu. Yaprakların arasında iki kocaman yeşil göz belirmişti.
Tam o sırada çimenliğin öbür yanından alaycı bir ses uçup gelince, yerinden fırladı.
Dudley, “Bugün günlerden ne olduğunu biliyorum,” dedi, yalpalaya yalpalaya ona doğru gelirken.
Kocaman gözler kırpıştı ve yok oldu.
“Ne?” dedi Harry, o gözlerin az önce bulunduğu noktadan bakışlarını ayırmadan.
Dudley, onun ta yanına gelerek, “Bugün günlerden ne olduğunu biliyorum,” diye tekrarladı.
“Aferin sana,” dedi Harry. “Demek sonunda haftanın günlerini öğrendin.”
“Bugün senin doğum günün,” diye dudak büktü Dudley. “Niye hiç kart gelmedi? O ucube yerde bile hiç arkadaşın yok mu?”
Harry istifini bozmadı. “Annen okulumdan söz ettiğini duymasa iyi olur.”
Dudley koca poposundan aşağı düşen pantolonunu yukarı çekiştirdi.
Kuşkuyla, “Niye çite bakıyorsun?” diye sordu.
“Ona hangi büyüyü yapsam da bir güzel yansa diye düşünüyorum,” dedi Harry.
Dudley hemen şişko yüzünde bir panik ifadesiyle arkaya doğru sendeledi.
“Ya... yapamazsın – Babam sana bü... büyü yapma dedi – seni evden atacağını söyledi – senin de gidecek başka yerin yok – seni evine alacak arkadaşın yok –“
“Abra kadabra!” dedi Harry, korkunç bir sesle. “Hokus pokus – ne sihirdir ne keramet...”
“ANNNEEEEEE!” diye uludu Dudley, gerisingeri eve doğru bir koşu koparırken kendi ayaklarına dolaştı. “ANNNEEEE! Onu yapıyor, hani bilirsin!”
Harry bu eğlence anını pahalıya ödedi. Petunia Teyze, ne Dudley’ye ne de çite zarar gelmediğine göre onun aslında büyü yapmadığını biliyordu. Gene de, sabun köpüklü bir tavayla başına sıkı bir darbe vurmak için nişan aldı, Harry de kafasını eğiverdi. Sonra teyzesi ona yapacak iş verdi, bitirene kadar da hiçbir şey yiyemeyeceği tehdidinde bulundu.
Dudley oralarda tembel tembel oturup onu gözler ve dondurma yerken, Harry camları sildi, arabayı yıkadı, çimleri biçti, çiçek tarhlarını kırktı, gülleri budayıp suladı ve bahçe sırasını yeniden boyadı. Güneş tepede ateş topu gibi parlıyor, ensesini yakıyordu. Harry, Dudley’nin attığı yeme kanmaması gerektiğini biliyordu ama, o da tam aklından geçen şeyi söylemişti... gerçekten Hogwarts’ta hiç arkadaşı yoktu belki...
Öfkeyle, “Keşke meşhur Harry Potter’ı şimdi görseler,” diye düşündü, çiçek tarhlarına gübre dökerken. Sırtı ağrıyordu, yüzünden aşağı terler akıyordu.
Sonunda Petunia Teyze’nin ona seslendiğini duyduğunda saat akşamın yedi buçuğu olmuş, Harry de bitkin düşmüştü.
“Gir içeri! Gazetelerin üstünden yürü ha!”
Harry pırıl pırıl mutfağın gölgesine kavuştuğuna memnun olmuştu. Buzdolabının üzerinde gecenin pudingi duruyordu: muazzam bir çırpılmış krema dağı ve şekerli menekşeler. Bir domuz budu fırında cızırdıyordu.
“Çabuk ye! Mason’lar her an gelebilir,” diye atıldı Petunia Teyze. Sonra da mutfak masasındaki iki dilim ekmekle bir parça peyniri gösterdi. Somon pembesi kokteyl elbisesini giymişti bile.
Harry ellerini yıkayıp zavallı yemeğini mideye indirdi. Bitirdiği anda Petunia Teyze tabağını hop diye kaldırıverdi. “Yukarı! Çabuk!”
Oturma odasının kapısından geçerken Harry’nin gözüne papyon kravatları ve smokinleriyle Vernon Enişte ve Dudley çarptı. Kapı zili çaldığında daha henüz üst katın sahanlığına gelmişti ki, eniştesinin kızgın yüzü merdivenlerin altında belirdi.
“Unutma, çocuk – tek bir ses...”
Harry sahanlığı geçip parmaklarının ucuna basarak yatak odasına vardı, içeri süzüldü, kapıyı kapadı ve hemen üzerine yığılıp uyumak niyetiyle yatağına döndü.
Mesele şu ki, yatakta zaten birisi oturuyordu.