Gezgin Şölen – Gıda Küreselleşmesinin On Bin Yılı
Yazar: Kenneth F. Kiple
Kategori: Tarih
ISBN: 978-975-08-1849-3
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 09.2010
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 392 |
Boyut | : 16.5x24 cm |
Kenneth F. Kiple, gıda küreselleşmesinin 10.000 yıllık tarihini anlattığı Gezgin Şölen’de bunlar gibi pek çok sorunun cevabını vermekle kalmıyor, insanlık tarihine her gün tükettiğimiz (ya da adını bile duymadığımız!) gıdalar üzerinden benzersiz bir bakış sunuyor.
Fasulyenin tarımsal bir hata olduğunu, yerleşik tarımcıların neden avcı toplayıcılardan daha sağlıksız olduğunu, peynir yapımının neredeyse 6.000 yıl önce İran’da başladığını, karabiberin bir zamanlar altından değerli olduğunu, bütün dünyada şekerin buğdaydan bile çok satıldığını, Winston Churchill’in 1942 yılında askerleri için çayın cephaneden daha önemli olduğunu söylediğini, 1880 yılında Amerika’daki bütün büyük şehirlerde Çin lokantaları olduğunu, beyaz ekmeğin bir zamanlar gereğinden fazla besleyici kabul edildiğini, GDO’lu gıdaların hayatımızın ne kadar içine sızdığını biliyor musunuz?
SAĞLIK VE DEMOGRAFİ AÇISINDAN SONUÇLAR
Yiyecek aramadan çiftçiliğe geçişle birlikte, insan toplulukları büyüdü ve yoğunlaştı. Çoğu kez hareket halinde olan avcı-toplayıcılar sahip oldukları her şeyi taşırlardı; bu durum yapılabilecek çocuk sayısını sınırlayan bir etkendi. Yarı yerleşik kadınların bile yiyecek toplama görevini üstlenmesi de böyle bir gereğe yol açmaktaydı. Aslında bütün primatların eğilimi görece az bebek doğurma yönündedir; ama bebekler her acıkmada beslemeyi de kapsamak üzere anne babadan oldukça yakın ilgi görür. Protein ve şeker bakımından zengin anne sütünün sıklıkla verilmesi, yüksek oranda bebeğin hayatta kalarak büyümesini sağlar.
Şimdi bu senaryoyu ilk çiftçilerin durumuyla karşılaştıralım. Güvenilir bir gıda kaynağına kavuşmak yerleşik yaşama geçmelerine ve tarlalarda çalışacak işgücü ve yaşlılıkta güvence için çok sayıda çocuk sahibi olmalarına olanak verdi. Gelgelelim, Neolitik nüfus patlamasının çocuklarına sunulan gıda kaynağının yağ içeriği düşük ve katışıksız protein oranı yetersizdi; çocuklara olduğu kadar annelere de güçlük çıkaran eksiklilerdi bunlar. Tarlalarda çalışmalarına gerek duyulması nedeniyle, kadınların emzirmeye ayıracak az zamanı vardı; bunun sonucu ise bebeklerin çoğu kez nişastalı bir mamayla yetinmek zorunda kalmasıydı.
Hiç kuşkusuz, ilk çiftçiler çok çocukluydu. Tahminlere göre, Neolitik devrimlerden ilkinin arifesinde “türümüz” sayıca 3 ila 5 milyon dolayındaydı. Ama böyle birçok devrimin ve yedi bin yıllık çiftçiliğin ardından, bu sayı 100 milyona çıktı – çok uzun zaman dilimi göz önünde tutulduğunda pek olağanüstü sayılmasa bile, çocuk bakımındaki gerilemenin yol açtığı korkunç bebek ölüm oranı açısından bakılınca çarpıcı bir artıştı bu. Yeni doğan bebeklerin yarısının ya da daha fazlasının kaybedilmesi, ayrıca yüksek çocuk ölüm oranı yüzünden bir çiftin soyunu sürdürmesi için oldukça çok doğuma gerek vardı.
Bu gidişatta kötü beslenmenin payı büyüktü. Avrasya’nın büyük bir bölümünde 100 ila 200 bitki türüne dayalı zengin avcı-toplayıcı diyeti yerini bir yörede en iyi yetişen tek ürüne –buğday, çavdar, arpa vb.– dayalı bir diyete bıraktı. (Doğu, Güney ve Güneydoğu Asya’da pirinç, Amerika’da mısır bu ürünün yerini alıyordu.) Böyle tahıllardan yapılan ekmekler ve lapalar mevsimin ve göreneklerin elverdiği ölçüde (sadece özel günlerdeki yemeklerde eti içermek üzere) başka yiyeceklerle takviye edilen beslenmenin ana dayanağı haline geldi – binlerce yıllık yoğun et tüketiminden önemli bir kopuştu bu.
Bu tahıllar milyarlarca insanı beslemeleri anlamında bazen “süper gıdalar” olarak anılır; ama ana besin öğelerini ve özellikle nitelikli proteini sağlama açısından “süper” olmaktan uzaktır. Söz konusu dönemde ise herkesin beslenmesinde tahıllar ağırlıklı yere sahipti; serpilmek şöyle dursun, sağ kalmak için de proteine gerek duyan çok küçük çocuklar açısından da durum böyleydi maalesef. Bebeklere anne sütü yerine verilen mamaların ve çocuklara yedirilen etsiz lapaların protein-enerji açısından kötü beslenmeye ve böylece yüksek bebek ve çocuk ölüm oranına yol açması kaçınılmazdı. Bir tahmine göre ortalama ömrün İÖ 3000’lerde 18 yaşın altında olması, varlığını zar zor sürdürebilen bir topluma işaret eder.
Yerleşik tarımcıların sağlığındaki bozulmanın başka bir sebebi, avcı toplayıcı atalarının aksine, çok sayıda patojenle boğuşmalarıydı. Yiyecek arayıcılar bir yörenin florasını ve faunasını çabuk tüketmemek açısından zorunlu olarak küçük takımlar halinde iş görürlerdi. Tek bir yerde uzun süre kalmadıkları için, atıkları kemirgenleri ve böcekleri çekecek, çevredeki su kaynağını kirletecek kadar birikmezdi. Kısacası, son derece gezgin insanlardan oluşan küçük öbekler muhtemelen enfeksiyon hastalıklarının sıkıntısını pek çekmezlerdi – çok sayıda insanın konak olmasını gerektiren mikro-parazitlerin yol açtığı kızamık ya da grip gibi bulaşıcı hastalıklarda kesinlikle böyle bir durum yoktu.
Dahası, avcı-toplayıcıların (Paleolitik dönemin sonlarında evcilleştirilen köpek dışında) yumurta, süt, et, lif ve deri aracılığıyla hastalık bulaştıracak evcil hayvanları yoktu. Evcil hayvanların insan konakları uygun bulan patojenlerinin sayısı çarpıcıdır; insanlar günümüzde sığırla 50, koyun ve keçiyle 46, domuzla 42 ve kümes hayvanlarıyla 26 hastalığı paylaşıyor. Yerleşik yaşama geçiş avcı-toplayıcıları ciddi hastalıklardan koruyucu ortamları yok etti; insanlar hayvanlarıyla ve birbiriyle iç içe yaşar hale geldi. Hastalık taşıyıcı canlıların geliştiği böyle koşullarda kuluçkaya yatan patojenlerin karşılıklı aktarıldığını tahmin etmek pek zor olmasa gerek. Gittikçe sıklaşan insan topluluklarıyla birlikte, bazı patojenlerin tür engelini aşması sadece bir zaman meselesiydi.
İlk çiftçilerin yerleşmelerinde çok önce insanlar tarafından kapılmış olmalarına karşın, bu patojenler Ceriko, Uruk ve Babil gibi ilk kentlerde enfeksiyon hastalıklarının patlak vermesinde tetikleyici unsur oldu. İÖ 2. binyıldaki Hititler gibi istilacı Hint-Avrupa kavimlerinin kurduğu imparatorlukların askerleri hastalıklar yaydı; öyle ki İS 1. binyıl başlarında çiçek, kızamık ve grip gibi birçok bulaşıcı hastalığın modern biçimleri belirdi.
Etrafa saçılan hastalıkların kötü beslenmeyle sinerji yaratıcı bir etkileşime girdiği bir ortamda, insanların anemi gibi durumlara yakalanmasının şaşılacak bir taraf yoktur. İnsanlar bedensel olarak da küçüldü. Bundan 25.000 yıl önceki avcı-toplayıcıların kemikleri 4.000 ila 5.000 yıl önceki Tunç Çağı çiftçilerininkine oranla daha kalındı ve boyları da 5–15 santim daha uzundu. Çeşitli kaynaklardan elde edilen bulgular, türümüzün çoğunlukla 20. yüzyıla kadar kısalmaya devam ettiğini ve daha sonra en azından kısmen ilk atalarımızın endamına erişmeye başladığını gösterir. İstisnalar bazen kuralı kanıtlar. Sözgelimi, Amerikan Büyük Ovaları’nın atlı göçebeleri zengin ve değişken bir beslenmeye olanak veren yaşam tarzları sayesinde 19. yüzyıl ortalarında dünyanın en uzun boylu insanlarıydı. Bu durum bize kitapta işlediğimiz temalardan birini, yani teknolojik ilerlemenin insan sağlığına getirebileceği yıkımı bir kez daha hatırlatır.