Cinayet Bahane
Yazar: Susan Hill
Kategori: Edebiyat
ISBN: 978-975-08-1617-8
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 06.2009
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 628 |
Boyut | : 10.3 x 17.3 cm |
Şirin İngiliz kasabası Lafferton’un huzurlu Tepe’sinin sisleri arasında genç bir kadın kaybolur. Polis hemen alarma geçmez, kayıp vakalarının yüzde doksan dokuzu adli soruşturma gerektirmez ne de olsa. Ancak genç bir kız, yaşlı bir adam ve hatta bir köpek bile Tepe’nin sisleri arasında kayıplara karışınca, bu sessiz kasabada bir şeylerin ters gittiği anlaşılır.
Başmüfettiş Simon Serrailler, soruşturmanın başına genç ve güzel müfettiş Freya Graffham’ı getirir. Londra’dan Lafferton’a yeni tayin olan Freya, Başmüfettiş Serrailler’yi gördüğü anda küt küt atmaya başlayan kalbine rağmen, ilk görevini başarıyla tamamlayıp kendini kanıtlamak için her şeyi yapmaya hazırdır.
“Etkileyici bir ‘katil kim’ hikâyesi. Bir psikopatın zihnini incelikle anlatıyor…” Daily Mail
“P. D. James ve Ruth Rendell’ın halefini bulmuş olabiliriz… Olağanüstü…” Daily Telegraph
SES BANDI
Geçen hafta, senden gelen mektuplardan birini buldum. Oysa onları saklamadığımı sanıyordum. Senden kalan ne varsa yok ettiğimi düşünüyordum. Bu her nasılsa gözümden kaçmış olmalı. Yedi yıllık vergi iade belgeleriyle birlikte her an çöpü boylayabilirdi. Okumaya niyetim yoktu aslında. El yazını görür görmez ani bir tiksinti kapladı içimi. Fırlatıp çöpe attım. Ama sonra tekrar alıp okudum. Birkaç yerinde sana hiçbir şey söylemediğimden yakınıyordun. “Çocukluk günlerinden beri hiçbir şey anlatmıyorsun bana,” diyordun.
Sana daha o zamanlarda bile ne kadar az şey söylediğimi bilsen, şaşardın. Bildiklerin olan bitenin dörtte biri bile değildi.
Mektubunu okuyup da düşünmeye başlayınca anladım artık sana bazı şeyleri söyleyebileceğimi. Söylemeliyim de. Sonunda bazı şeyleri itiraf etmiş olurum hiç olmazsa. Kimi sırları gereğinden fazla tuttum içimde.
Zaten bilsen bile, artık ne yapabilirsin ki?
Mektubunu bulduğumdan beri sessizce oturup düşünüyor, hatırladıklarımı kâğıda döküyorum. Sanki bir hikâye yazmaya başlayacakmışım gibi.
Başlayayım bari.
Sana öncelikle şunu söylemeliyim ki, çok erken yaşlarda öğrendim yalan söylemeyi. Söylediğim başka yalanlar da olmuştur belki ama ilk hatırladığım rıhtımla ilgili olanıydı. Sana gitmediğimi söylediğim halde gitmiştim oraya, üstelik bir kere de değil. Sık sık giderdim oraya. Para biriktiriyordum ya da yol kenarlarındaki su oluklarında buluyordum. Sürekli su oluklarına bakarak yürüyordum, belli mi olur?! Başka çıkar yol bulamadığım zamanlarda birkaç kez para çaldığım da oldu; cep, çanta, cüzdan, ne bulursam aşırıyordum, etrafta bol miktarda vardı nasıl olsa. Böyle bir şey yapmış olmaktan hâlâ utanıyorum. Para çalmaktan daha aşağılık pek az şey vardır herhalde.
Fakat biliyor musun, dönüp dolaşıp İnfaz’ı tekrar seyretmem gerekiyordu. Görmeden, uzun süre uzak kalamıyordum ondan. Seyrettiğim vakit ilk birkaç gün tatmin olmuş hissediyordum kendimi, ama sonra, dinmek bilmeyen bir kaşıntı gibi, onu bir kez daha görme arzusuyla yanıp tutuşmaya başlıyordum yeniden.
Hani bir otomat gösterisi vardı, hatırlıyor musun? Deliğe atılan bozuk para aşağıya yuvarlanır, içerdeki gizli kapakçığa çarpar çarpmaz gösteri başlayıverirdi hemen. Önce, ışık yanardı. Sonra, ufak tefek üç mekanik figür sarsılarak infaz odasına dalardı; cübbesi ve kitabıyla bir papaz, bir cellat, aralarında da bir mahkûm. Dururlardı önce. Sonra papaz sarsılarak kitabını havaya kaldırır, başıyla işaret verir, hemen ardından ilmik sarkar, cellat öne çıkardı; kollarını kaldırıp ilmiği aşağı çeker, sonra da mahkûmun boynuna geçirirdi. Derken alttaki kapak açılıverir, mahkûm delikten aşağı düşer, ışıklar sönmeden birkaç saniye havada sallanarak asılı kalırdı, sonra da biterdi gösteri.