Berlin’in Düşüşü 1945
ISBN: 978-975-08-3102-7
Tekrar Baskı: 3. Baskı / 04.2023
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 01.2015
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Orijinal Adı | : Berlin – The Downfall 1945 |
Sayfa Sayısı | : 496 |
Boyut | : 16.5 x 24 cm |
Tekrar Baskı | : 3. Baskı / 04.2023 |
“Berlin’in Düşüşü 1945”
Yirminci yüzyılın en önemli savaşlarından bazılarını ele aldığı eserleriyle beğeni toplayan Antony Beevor, günümüzün en iyi bilinen ve saygın askeri tarihçilerden biridir. Eski Sovyet dosyalarından yeni elde edilen belgelerin yanı sıra Alman, Amerikan, İngiliz, Fransız ve İsveç arşivlerinden de yararlanan Beevor, ‘’Berlin’in Düşüşü’’ 1945’te Üçüncü Reich’ın can çekiştiği bir dönemde sıkışıp kalan milyonlarca insanın farklı deneyimlerini yeniden inşa eder. İntikamcı Kızıl Ordu ile kuşatılmış Nazi güçlerinin son kez çarpıştığı 1945 Ocak’ında yaşanan sarsıcı olayların sokak düzeyinde ve sürükleyici bir portresini sunar. Vahşet ve kuşatma altındaki bir şehrin umutsuzluğunu bütün sahiciliğiyle ortaya koyarken, az rastlanan olağanüstü insanlık ve kahramanlık anlarını da sergilemeyi ihmal etmez. Antony Beevor, “Stalingrad” kitabının ardından “Berlin’in Düşüşü 1945”te de aynı soruyu bir kez daha sormamıza neden oluyor. Savaşta “kazanan” taraf var mı gerçekten?
“Modern tarihyazımında bir başyapıt”
Michael Burleigh, “Guardian”
“Beevor, “Stalingrad”da bize Hitler’in güçleriyle Rusların çarpıştığı önemli ve korkumç savaşın sürükleyici bir anlatımını sunmuştu. “Berlin’in Düşüşü” 1945’te de aynı başarıyla bu tekniği kullanıyor. Bir askerin savaşın gerçeklerine yönelik anlayışıyla, bir romancının sembolik ve duygusal ayrıntılara bakışı birleşiyor. Beevor dehşet verici bir resim çiziyor…”
Orlando Figes, “Sunday Times”
“Beevor’ın tarzı, gerçekler doğrultusundaki incelikli anlatının ve titizliğin ustaca karışımına katkıda bulunuyor. Her iki kategoride de sanatının doruğundaki bir yazara şahit oluyoruz.”
Thomas Kielinger, “Die Welt”
YILBAŞINDA BERLİN
Yetersiz yiyecek karneleri ve stres yüzünden sıskalaşan Berlinlilerin 1944 Noel’inde kutlayacak çok az şeyi vardı. Reich başkentinin büyük bir bölümü bombardıman akınlarıyla moloza dönmüştü. Kötü şakalara dönük Berlin yeteneği kara mizaha bürünmüştü. Şenlikten uzak o mevsimin esprisi şuydu: “Bir işe yara da bir tabut ver.”
Almanya’daki ruh hali değişeli tam iki yıl olmuştu. General Paulus’un komutasındaki Altıncı Ordu’nun Volga kıyısında Kızılordu tarafından kuşatıldığına dair söylentiler 1942 Noel’inden hemen önce ortalıkta dolaşmaya başlamıştı. Nazi rejimi, bütün Wehrmacht’taki en büyük askerî birliğin Stalingrad harabelerinde ve çevresindeki donmuş steplerde imhaya mahkûm olduğunu itiraf etmekte güçlük çekiyordu. Reich’ın propagandadan ve aydınlatmadan sorumlu bakanı Joseph Goebbels, ülkeyi kötü habere hazırlamak için, Nasyonal Sosyalist anlayışta mumlar, çam çelenkleri ve “Heilige Nacht” [“Sessiz Gece”] şarkısı yerine kanaatkârlık ve ideolojik kararlılık anlamına gelen bir “Alman Noel’i” ilan etmişti. Geleneksel kaz kızartması, 1944’te artık mazinin derinliklerinde kalan bir şeydi.
Sokaklarda cephesi çökmüş bir evde daha önce oturma ya da yatak odası olan yerin duvarlarında hâlâ asılı resimler görmek mümkündü. Aktris Hildegard Knef bir döşemenin kalıntılarında öyle açıkta bırakılmış bir piyanoya gözünü dikti. Hiç kimsenin ulaşamadığı bu piyanonun aşağıdaki moloza katılmak üzere ne zaman devrileceğini merak etti. İçi boşalmış binaların duvarlarında ailelerin cepheden dönecek bir oğula sağ salim olduklarını ve başka yerde kaldıklarını bildirmek üzere çiziktirdikleri mesajlar durmaktaydı. Nazi Partisi duyurularında “Yağmacılar ölüm cezasına çarptırılacaktır!” uyarısı vardı.
İngilizlerin gece ve Amerikalıların gündüz giriştiği hava akınları öylesine sıktı ki, Berlinliler kendi yataklarına nazaran bodrumlarda ve hava akını sığınaklarında daha fazla zaman geçirdikleri kanısındaydı. Uyku yoksunluğu, bastırılmış isterinin ve kaderciliğin garip bileşimine katkıda bulunan bir unsurdu. Fıkra furyasının gösterdiği üzere, bozgunculuktan dolayı Gestapo’ya ihbar edilmekten endişe duyan insan sayısı çok daha az gibiydi. Hava akını sığınağı anlamındaki Luftschutzraum kelimesinin her yerde rastlanan başharfleri LSR’nin “Lernt schnell Russisch”, yani “Rusçayı çabuk öğren” demek olduğu söylenir hale geldi. Berlinlilerin çoğu “Heil Hitler!” selamından tamamen vazgeçmişti. Uzun süre kentten uzak kalmış bir Hitler Gençliği üyesi olan Lothar Loewe, bir dükkâna girdiğinde bu selamı verince, herkes dönüp onu süzdü. Görevde değilken o sözlerin ağzından son dökülüşü oldu bu. Loewe artık “Bleib übrig!”, yani “Hay yaşa!” ibaresinin en yaygın selama dönüştüğünün farkına vardı.
Mizah dönemin grotesk, bazen gerçeküstü imgelerini de yansıtmaktaydı. Berlin’deki en büyük hava akını binası Hayvanat Bahçesi sığınağıydı; totaliter çağa özgü bu devasa demir-beton kalenin çatısında uçaksavar bataryaları, aşağısında ise sirenler çaldığında Berlinli kalabalıkların doluştuğu kocaman sığınaklar vardı. Günce yazarı Ursula von Kardorff’un tasvirine göre, bu yapı “Fidelio operasındaki hapishane sahnesi için yapılmış bir dekor gibiydi.” Bu arada sevgililer beton sarmal merdivende sanki “bir kıyafet balosu parodisi”ne katılıyormuşçasına sarmaş dolaş haldeydi.
Ülkenin varlığında olduğu kadar, şahsi hayatlarda da düşüşün yakın olduğu yönünde yaygın bir hava vardı. İnsanlar çok geçmeden değersiz hale geleceğini yarı yarıya varsayarak, ellerindeki parayı pervasızca harcamaktaydı. Her ne kadar doğrulanması zor olsa da, Hayvanat Bahçesi İstasyonu civarındaki ve Tiergarten içindeki karanlık köşelerde yabancılarla sevişen kızlara ve genç kadınlara dair hikâyeler ortalıkta dolaşmaktaydı. Söylenenlere göre, masumiyetten vazgeçme arzusu sonraları Kızılordu’nun Berlin’e yaklaşmasıyla birlikte daha da umarsız hale geldi.
Mavi ampullerle aydınlatılan hava akını sığınakları, insanların en sıcak tutucu giysilerle sarmalanmış olarak ve sandviçlerin, termosların bulunduğu küçük karton valizler taşıyarak itiş kakış içeriye girişiyle birlikte, klostrofobi uyandırıcı cehennemi önceden anlama vesilesini haliyle sağlayabilecek yapıdaydı. Sığınaklarda bütün temel ihtiyaçlar kâğıt üzerinde giderilmekteydi. Bir hemşirenin bulunduğu ve kadınların doğum yapabileceği bir Sanitätsraum vardı. Zemin seviyesinin yanı sıra, yerin merkezinden geliyormuş izlenimi uyandıran bomba patlamalarının yol açtığı titreşimler çocuk doğurmayı hızlandırıyor gibiydi. Hava akınları sırasında önce sönükleşip ardından titreşen ışıkların kesilmesiyle sıkça karşılaşıldığı için, tavanlar fosforlu boyayla sıvanmıştı. Dağıtım şebekesi isabet aldığında suyun kesilmesi ve tuvaletlerin (Aborte) kısa sürede iğrenç görünüme bürünmesi, hijyen konusunda takıntılı bir ulus için gerçek bir sıkıntıydı. Çoğu kez tuvaletler resmî yetkililerce mühürlenmekteydi; çünkü bunalıma giren insanların kapıyı kilitleyip intihar ettiği birçok vaka vardı.