YKY - Yapı Kredi Yayınları
Sepet Ürün bulunmaktadır.
Anadolu Masalları

Anadolu Masalları

ISBN: 978-975-08-5044-8

Tekrar Baskı: 20. Baskı / 05.2021

YKY'de İlk Baskı Tarihi: 06.1992

Resimleyen:

400.00 TL ve üzeri alışverişlerinizde kargo ücretsiz.

YKY İnternet Satış Fiyatı
18.75 TL    Etiket Fiyatı : 25.00 TL
TÜKENDİ

Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.

Genel BilgilerTadımlık
Sayfa Sayısı: 152
Boyut: 16.5 x 22 cm
Tekrar Baskı: 20. Baskı / 05.2021

“Yeşiltay mavi gözlü bir çocuktu, bütün çocuklara benzerdi. İşi gücü oyundu, güzel oyunlara bayılır, bir de masalları severdi. Geceleri uyku girmezdi gözlerine, uyumaz, annesini de uyutmazdı, gece yarılarına kadar masal anlattırırdı. Bir türlü doymazdı masal dinlemeye. Dinlediği güzelim masallar düşlerine girer, düşlerinde devlerle, cücelerle, dervişlerle, cinlerle, peri kızlarıyla birlikte gezerdi; eline bir demir asa alıp ayaklarına demirden çarıklar giyerek yola çıkar, her düşünde yeni yeni serüvenler yaşardı.”

“Yeşiltay”, “Tembel Ahmet”, “Üç Pınar”, “Altın Tas”, “İki Peri Kızı”: Tahsin Yücel, 1956 yazında 23 yaşında genç bir öykücüydü, çocukluğunda Elbistan’da annesinden dinlediği bu masalları ona bir kez daha anlattırıp yeniden yazdı. Bu masallara önce “Anamın Masalları” adını vermeyi düşündü, sonra hepimizin anasının adını verdi: Anadolu Masalları. Onlara bir de kendi masalını ekledi: “Sümüklüböcek”. Bu masallar 1957’den beri okundu, okuyan her çocuk onları sevdi. Tahsin Yücel sonradan ünlü bir yazar ve bilimadamı oldu, ama hâlâ gencecik bir “masal babası”. Anlattığı masalları bugünün çocukları da sevecek.

Sümüklüböcek

Sümüklüböcek hepimiz gibi bir böcekti. Ahım şahım bir böcek değildi öyle, kara kuru bir şeydi, dışarıdan bakanlar için hiçbir çekiciliği yoktu. Ama pek çirkin de sayılmazdı, istendi mi sevilebilirdi. Bütün böcekler hep öyle pırıl pırıl, hep öyle renk renk olmazlardı ya, her böcek her bakanın gözlerini kamaştırmazdı ya! Azdı öyle böcekler, sümüklüböcek çoğunluktandı, bakanların gözlerini kamaştırmayan sürü sürü böceklerden biriydi. Ayrıca, kendisi de önemsemezdi böyle şeyleri, gözle ilgili şeyler üzerinde durmazdı. Sümüklüböcek içli bir böcekti. Zayıftı, güçsüzdü, sessizdi. Öksüz büyümüştü. Babasını vurmuşlardı. Şu koca dünyada anacığından başka hiç kimsesi yoktu. Sümüklüböcek kimsesizdi. Anası üstüne titrer dururdu, ama sümüklüböceği değiştiremezdi, herkesin içine getiremezdi onu. Sümüklüböcek hep yalnız gezerdi. Gezdiği yerler güzel yerlerdi doğrusu, göğe doğru yükselen koca ağaçlar, terli otlar, yağmur sonlarının duru gökleri yalnızlığını unuttururdu. Hep yalnız yaşamıştı, bunun için yalnızlığın acısını bilmezdi. Yalnızlığın acısını bilmediği için de mutlu bir böcek olduğu söylenebilirdi. Ne var ki, o da bütün yalnızlar gibi çok düşünürdü. Uykular bir yana, düşünmediği an yok gibiydi. Pek öyle uyku da uyumazdı, geceleri gözlerini yıldızlara diker, saatler boyunca düşünür, düşünürdü. Anasını en çok üzen de buydu. Zayıflığı, güçsüzlüğü, sessizliği, düşünmekten sanırdı. Düşünmesine engel olmak isterdi. Anası düşünmesine engel olabilseydi, sümüklüböcek mutlu mu, dertli mi olurdu, güçlü mü, güçsüz mü olurdu, orasını kimsecikler bilemez, ama bugünkü sümüklüböcek olmayacağına kuşku yoktu. Anası sümüklüböceği bir türlü değiştiremedi. Sümüklüböcek hep sürdürdü düşünmesini. Gün geçtikçe daha çok düşündü. Uyku bile uyumuyor, uyursa da uykusunda düşüncelerinin düşünü görüyordu. Gittikçe zayıflayıp inceliyor, iğneye ipliğe dönüyordu. Anacığı bu durumu gördükçe için için eriyor, iki gözü iki çeşme, ağlayıp duruyordu, ama sümüklüböcek bir türlü anlamak istemiyordu anasının kaygısını. Ona göre en büyük erdem düşünmek, en büyük zenginlik iyi düşünceler, sağlam bilgilerdi. Bir böcek için daha büyük bir zenginlik tasarlayamıyor, böcekleri uzaktan tanıdığı için de bütün böceklerin aynı düşüncede olduklarını sanıyordu. Evet, böyle, sümüklüböcek gözlerini yıldızlara dikiyor, düşünüyor, düşünüyordu. En sonunda gökte yıldızlar köreliyor, sümüklüböcek iyi düşüncelerin düşleriyle dolu bir tavşan uykusuna dalıyordu. O zaman anacığı kalkıyor, çevresinde dört dönüyor, şöyle biraz daha rahat, şöyle biraz daha fazla uyuması için aklına ne eserse, elinden ne gelirse yapıyordu. Ama çok geçmeden gökyüzü ağarıyor, çevrenin böcekleri sabah türküsüne başlıyorlardı. Anacığı küplere biniyordu, hemen dışarı fırlıyor, bütün türküleri susturmak istiyor, böcekler kulak asmayınca da ağzına geleni söylüyordu. Komşu böceklerin aldırdığı bile yoktu. Yoksul ananın yüzüne karşı gülüyor, seslerini büsbütün yükseltiyorlardı. Adını "Cadı" koymuşlardı, bu da onun kulağına kadar gelmişti, ama ana yüreği bir şey dinlemiyordu ki. Anası böceklerle cebelleşe dursun, sümüklüböcek birden gözlerini açıyor, "Güneş ne kadar da yükselmiş! Şu böcekler de olmasa hiç uyanamayacağım anlaşılan, eksik olmasınlar!" diye söylenerek yerinden fırlıyor, anasının hazırladığı güzelim yemeklere el bile sürmeden alıp başını gidiyordu. Bir bahar sabahı gene alıp başını gidiyordu. İnceydi, sıskaydı, ama hiç yorgunluk duymuyordu. Ne zamandır sağına soluna bakmadan yürüyüp duruyordu. Birdenbire kulağına bir ses geldi, irkildi, duruverdi. Duyduğu seslerin hiçbirine benzemiyordu bu ses, çok da uzaklardan gelir gibiydi. Garipti, duyulmadık bir sesti, ne ağıda, ne gülüşe, ne türküye benziyordu. Sümüklüböcek olduğu yerde kalakalmıştı, Sümüklüböcek birdenbire vurulmuştu bu sese. "Çok görmüş, çok düşünmüş, çok çekmiş bir yaratığın sesi olmalı, başka türlü olamaz," diye düşünüyordu. Kimi insanların yüzlerine bakarak içlerini anladıklarını sanan kimi insanlara benziyordu bu bakımdan. Sesin geldiği yere doğru yürümeye başladı. Kendinde değildi, sarhoş gibiydi. En sonunda bir ağacın dibinde durdu. Kocaman bir ağaçtı, gövdesinin kabukları yarık yarıktı. Bu yarıklardan birinin içinde küçücük bir koza vardı. Sesin kozadan geldiğini anladı. Yavaş yavaş ağacın gövdesine tırmandı, usulca yanına geldi kozanın, durup dinledi. Kozanın içinde görünmeyen bir kadın ağlıyordu. Ama nasıl ağlıyordu, nasıl ağlıyordu! Sümüklüböceğin gözleri yaşardı, sümüklüböcek de ağladı. Sümüklüböcek hiç böyle olmamıştı. Ne tuhaf! Hiçbir şey düşünemiyordu artık, yalnız bir bambaşka ağıt duyuyordu, yalnız ağlıyordu. Neden sonra kendini topladı, gözlerini sildi. Kozadaki kadının ağıdı da durmuştu. Sümüklüböcek kozaya biraz daha yaklaştı. "Nedir derdin?" diye sordu. Kozadaki kadın da onun ağladığını duymuştu. "Senin derdin nedir?" dedi. Sümüklüböcek duralamadı bile: "Benim derdim sensin!" diye yanıtladı. Kozadaki kadın önce inanmadı, ama sonra ister istemez inandı: Sümüklüböcek kozanın başından hiç ayrılmadı bir daha. Kozanın içindeki kadın bir kelebekti. Kelebeklerin kanatları çıkmadan önce bir süre karanlık bir kozada kalmaları en büyük, en gerçek sevinçlerin acılardan, karanlıklardan sonra geldiğini anlasınlar diyeydi. Ama sümüklüböcek ona birdenbire vurulmuştu, kara günler yaşamasına gönlü elvermedi, sevdiğine karanlığı unutturmak istedi. Başardı da. Ne derlerse desinler, kelebek en iyi günlerini karanlık kozada geçirdi. Sümüklüböcek kelebeğin bir dakika dertlenmemesi için canını bile verirdi. Hiç ayrılmıyordu yanından, umut dolu, yaşam dolu güzel şeyler söylüyordu. Çok şey biliyordu, bildiklerini, vardığı sonuçları anlatıyordu ona, gündüz güneşi, gece yıldızları anlatıyordu. Çok güzel bir şarkı vardır, bir yıldıza gönül vermiş bir sürüngenden sözeder. Sümüklüböcek o sürüngen gibi değildi, bilgili böcekti, yıldızların böcek olmadıklarını, böcek olmadıkları için de yıldızlara gönül verilemeyeceğini bilirdi. Kozadaki kadına yıldızların dünyalar kadar büyük, alabildiğine uzak olduklarını söylüyordu. Kozadaki kadına gelince, bunca bilgisinden dolayı sümüklüböceğe duyduğu hayranlığı saklayamıyordu. Ama sümüklüböcek övülmeyi sevmezdi nedense, sözü hemen değiştiriveriyordu. Durmadan konuşuyorlardı. Konuşmak, anlaşmak, sevmek ne güzel şeydi, iki olmak ne güzel şeydi! Sümüklüböcek yalnızlığın korkunçluğunu yeni yeni anlıyordu. Gecenin ilerlemiş saatlerinde, kelebeğin uykusu gelince, sümüklüböcek ninniler söylüyordu ona. Kelebek uyumuş da olsa sümüklüböcek ninniyi sürdürüyor, coştukça coşuyordu, çünkü belki de en iyi, en güzel, en gerçek şeyleri bu yarı yalnızlık içinde, bu ninnilerde söylüyordu. Sabahları kelebeği türkülerle uyandırıyordu. Sonra birlikte geçirecekleri güzel günlerden sözediyorlardı. Güzel günler her sabah biraz daha yaklaşıyordu. Bir gün oldu, beklenen gün doğuverdi. Kelebek kozayı delip çıktı. Çok güzeldi, kanatlarının güzel rengi yağmur sonu göklerini düşündürüyordu, ne hoş bir maviydi! Sümüklüböcek çok yorulmuştu, bitkindi, uykusuzluk canına okumuştu, elinde olmadan uyumuştu o sırada. Kelebek de uyandırmadı. Nedense bir tuhaf olmuştu. "Uyusun," diye düşündü. Sümüklüböceği alnından öptü, sonra usulca uçtu. Uçmanın, yeryüzünü yeniden görmenin sonsuz sevinci içindeydi. Bütün gün uçtu. Kanatlarının gök mavisine bütün böcekler bayıldılar, gözleri kamaştı. Bütün böcekler onunla dost olmak istediler. Ama her isteyen yanına yaklaşamadı, öyle güzeldi ki, yanında rahatça, çekinmeden, gözleri kamaşıp dili tutulmadan konuşabilmek her böceğin göze alabileceği bir şey değildi. Yalnız renk renk, pırıl pırıl böcekler yaklaşabildi yanına, kibar kibar konuştular, çabucak sevdiler birbirlerini. Gezdiler, tozdular, güldüler, eğlendiler, çiçekten çiçeğe kondular. Kelebek mutluluktan uçuyordu, her şeyi unutmuştu, sümüklüböceği de unutmuştu. Ancak akşamüstü anımsadı onu. Ona acıdı. Yanına dönmek istedi. Ama hiç acele etmedi, uçmanın, görmenin, beğenilmenin tadını çıkara çıkara, yavaş yavaş gitti ağacın yanına. Sümüklüböcek kelebeği bütün bütün yitirdiğini sanmıştı. Sesini duyunca sevindi. Sevindi ya gene de şaşırdı, gözlerine güç inandı, kelebek ne kadar güzeldi! Ama kelebeğe güzel olduğunu söylemedi, başka şeyler söyledi, her zamanki şeyleri. Kelebek sözlerini dinliyorsa da eskisi gibi dinlediği söylenemezdi. Öğleyin, ağaçların gölgesinde, çapkın bir böcekten güzel bir vals öğrenmiş, çok sevmişti. Hem dinliyor, hem arada bir şey söylüyor, hem de tek başına vals ediyordu. O böyle dönüp durdukça sümüklüböcek ne diyeceğini şaşırıyor, düşüncelerini birbirine karıştırıyordu. Düşündüklerine inanan kimseler düşüncelerini söylerken dinleyenler gülerlerse, başka şeylerle ilgilenirlerse, doğru dürüst konuşamazlar genellikle, üstelik üzülürler, küçülürler. Sümüklüböcek gene de aldırmadı, kelebeği deli gibi seviyordu, ona güveni vardı. Bir zaman böylece konuştular. Derken yeşil ağaçlar kararmaya başladı. Kelebek havaya baktı. "Akşam oldu," dedi, "sen bu akşam ne yapacaksın?" Sümüklüböcek gözlerini kelebeğin gözlerine dikti, gülümsedi. "Ne istersen onu yapacağız," diye yanıtladı. Kelebek gülümsemedi. "Yapacağız" da ne oluyordu? "Ne yapacağız?" dememişti ki kelebek, "ne yapacaksın?" demişti. Kelebek ne yapacağını biliyordu. Bu akşam büyük bir baloya çağrılmıştı. Bir an düşündü. Sümüklüböceği de götüremez miydi? Sümüklüböcek iyi bir böcekti, eşsiz düşünceleri vardı, doğrusunu söylemek gerekirse, onun o güzel türkülerini, o güzel ninnilerini başka hiçbir böcekten duymamıştı, iyilikleri unutulamazdı, sonsuz sevgisi unutulamazdı. Ama bugün konuştuğu böceklerin hiçbiri sümüklüböceğe benzemiyordu, hiçbiri sümüklüböcek gibi donuk renkli, sümüklüböcek gibi hantal değildi, sümüklüböceğin baloya gelmesi ne de olsa tuhaf kaçacaktı, onu sümüklüböcekle görünce belki de ayıplayacaklardı. Sümüklüböceği baloya götüremezdi. "Ben baloya gidiyorum bu akşam, senin ne yapacağını soruyorum," dedi. Sümüklüböcek çok sarsıldı, ama belli etmedi. "Ben de burada kalırım, seni beklerim," dedi. "Ama yalnız başına sıkılırsın," dedi kelebek, ?ben belki çok geç dönerim." Sümüklüböcek gülümsemeye çalıştı. "Seni düşünürsem sıkılmam," dedi. Kelebek baloya gitti. Çok eğlendi, çok beğenildi. Kimseleri beğenmeyen yusufçuk böceği bile onunla kaç kez dansetti. Dansederken pırıl pırıl yeşil kanatlarını geriyor, yeşil kılıcını dimdik havaya kaldırıyor, kulağına güzel sözler fısıldıyordu. Kanatları gök mavisi kelebek uyumuyordu, ama peri masallarını andıran düşler görüyordu. Sabaha doğru, ağaca döndüğü zaman bile bu güzel düşler içinde yüzer gibiydi. Sümüklüböcek hiç uyumamış, beklemişti. Kelebeğin güzelliğini öven türküler yakarak oyalanmaya çalışmıştı bütün gece, kelebek balodan dönünce hepsini söylemeyi düşünmüştü. Gel gör ki söyleyemedi, dili tutuldu sanki. Üstelik, kelebeğin uykusu vardı, yorulmuştu, hemen uyudu, yusufçuk böceği bu kez de düşünde çıktı karşısına. Bu hep böyle sürüp gitti. Kelebek bütün gün dolaşıp eğleniyordu, her gece bir başka baloya gidiyor, her baloda el üstünde tutuluyor, hiçbir zaman gece yarısından önce döndüğü olmuyordu. Sümüklüböcekse, kelebek gelir de göremem diye hiç ayrılmıyordu ağaçtan. Kelebek uyurken ninnilerini söylüyordu ya türkülerini de söylemeyi göze alamıyordu bir türlü. Sümüklüböcek bir şeylerden korkar gibiydi. Büsbütün zayıflamıştı şimdi, görenler tanıyamazlardı. Ama kelebeği suçlamıyordu, deli gibi seviyordu çünkü. Kelebek de hep yorgun dönüyordu, fazla bir şey konuştukları yoktu. Eski günler neredeydi? Şimdi havadan sudan konuşuyorlardı yalnızca, başka bir şey konuştukları olmuyordu. Sümüklüböceğe bunu bile çok gördüler. O pırıl pırıl, o renk renk, ama dedikoducu böcekler çok geçmeden bu dostluğu anladılar. Kelebeğe de belli ettiler. Kelebekle sümüklüböceği konuştular. Anasından söz açtılar, güldüler. Onlarla birlikte kelebek de güldü. Donuk rengini alaya aldılar. Kelebek buna gülmedi, o kadar da kötü değildi. Sümüklüböceğe çok şey borçluydu. Donuk renkli sümüklüböcekten bunca şey öğrenmeseydi, bu parlak renkli böcekler arasında böylesine parlayamayacaktı, böyle her sözünü can kulağıyla dinlemeyeceklerdi; hiç kuşkusuz, böylesine güzel olmasında bile sümüklüböceğin büyük payı vardı, sümüklüböcek onu böyle sevmeseydi, bu kadar güzelleşemezdi, sevginin her şeyi güzelleştirdiği sümüklüböceğin bulduğu bir gerçekti. Ama bunların hiçbirini söylemedi dostlarına, sümüklüböceğe acıdığını söyledi yalnız, yoksul bir böcek olduğunu, hiç yüzüne bakmamanın komşuluğa yakışmayacağını söyledi. "Çok iyisin, çok alçakgönüllüsün, şekerim," dediler. Ne olursa olsun, sümüklüböcekte dayanacak yürek kalmamıştı artık. Kararını verdi, her şeyi söyleyecekti. Kendine güveni vardı, dürüst böceklere yaraşır bir ömür yaşatabilirdi kelebeğe, onun için kötülükten başka her şeyi yapabilirdi. Kendisini beklediği gecelerde, gündüzlerde yaktığı türkülerin en güzel parçalarını bir araya getirerek uzun, ama alabildiğine güzel bir türkü oluşturdu. Bu türküyü söylediği zaman, kelebek her şeyi anlayacak, canevinde duyacaktı. Bekledi, kelebek geldi. Bir yaprağın üstüne kondu. Yağmur sonu göklerini andıran güzelim kanatlarını açıp açıp kapıyordu. Keyfi yerindeydi, pek öyle yorgun da görünmüyordu, tam sırasıydı! Sümüklüböcek yaprağın altına geldi, türküsünü söylemeye hazırlandı, ama tek sözcüğünü bile söyleyemedi. "Seni seviyorum, kelebek," dedi yalnız. Kelebek şaşırdı. Akıllı kelebekti, olanların hiçbirini unutmamıştı, çoktan biliyordu, ama gene de şaşırdı işte. "Nerden belli?" diye sordu. Sümüklüböcek geçmiş günleri anımsatmaktan utandı. Yalnızca sustu. "Nerden belli?" diye yineledi kelebek. "Beni sevdiğini nasıl göstereceksin?" Kelebek ne kadar değişmişti! Sümüklüböceğin gözleri doldu. "Öl de, öleyim!" diye yanıtladı. Kelebek uzaklara baktı: Hava kararmaya başlamıştı, baloya geç kalacaktı. "Ölmek neye yarar o zaman?" diye sordu. "Seni sevdiğimi göstermeye!" dedi sümüklüböcek. Kelebek güldü. "O zaman da beni alamazsın ki!" "Seni sevdiğimi iyice anlarsın ya! Bu kadarı bana yeter!" Kelebek uzaklara baktı gene, sonra gözlerini yumdu, şu son günlerde söz ne zaman sevgiden açılsa, aklına yusufçuk böceği geliyordu. "Ben senden çok daha kolay bir şey isteyeceğim," dedi. "Yusufçukla evlenmemi sağlayabilir misin?" Kelebek ne kadar da değişmişti! Sümüklüböcek bir an bile duralamadı. "Elimden geleni yapacağım, bu işi başaracağım!" dedi. Kelebek baloya geç kalacaktı, uçup gitti. Sümüklüböcek gidip yusufçuk böceğini buldu. Neler, neler söylemedi? Önce güzel şeylerden, iyi şeylerden başladı. Kelebeğin iyiliğini, güzelliğini övdü ona. Ama yusufçuk böceğinin böyle şeylere karnı toktu. Yusufçuk böceği zengin böcekti, daha da zenginleşmek istiyordu, dünyanın en zengin böceği olmayı koymuştu aklına. Böcekler için de zenginlik renkti. Örneğin yusufçuk böceğinin kanatlarındaki yeşil başka hiçbir böcekte bulunmayan bir zenginlikti. Ama o bununla yetinmiyor, gökkuşağının bütün renklerini ele geçirmek istiyordu. Gökkuşağının bütün renklerini ele geçirdiği zaman böceklerin en zengini olacaktı. O zaman sümüklüböcek kelebeğin kanatlarındaki yağmur sonu mavisini övdü. Gökkuşağı da yağmur sonlarında görünmez miydi? "Bak, bunu düşünmemiştim! Çok yaşa!" dedi yusufçuk. Yusufçukla kelebeğin düğününe yoksul, zengin bütün böcekler çağrılıydı. Sümüklüböcek de elbette. Ama bu düğünde kimsecikler göremedi onu, anacığının dizinde ağlıyordu. Yusufçuk böceği kanatları yağmur sonu göklerini andıran güzel kelebeği alıp bir başka kente gitti. Sümüklüböcek nerdeyse çıldıracaktı. Artık her şey bitmişti, ama düşünmeden edemiyordu ki! Düşündükçe düşünüyor, dertlendikçe dertleniyor, inceldikçe inceliyordu. Çok geçmeden anacığını da yitirdi. Kadıncağız gene bir sabah böcekleri susturmak için bağıra çağıra dışarı çıkmıştı. Adını söyleyemediğim bir böcek uşaklarına emir verdi, sümüklüböceğin anasını iyice dövdüler. Gözleri daha o akşam yumuluverdi. Bütün böcekler rahat bir soluk aldılar, sümüklüböceğin yaşlı anasının sözü bile edilmedi bir daha. Böcekler arasında çok şeyler vardı konuşulacak. Yusufçukla kelebeğin gittiği kentten her gün yeni bir haber geliyordu. Şu yusufçuk vefasızın biriymiş, kelebeğin kanatlarındaki bütün maviyi almış, sonra da yüzüstü bırakmış zavallıyı; bir arının yapışkan sarısına tamah etmiş; balayı yolculuğuna çıkmışlar; zavallı kelebeğin nerede olduğu bile belli değilmiş! Sümüklüböcek bunları duyunca deliye döndü. Önce kelebek gelir diye bekledi. Gelseydi, hiçbir şey sormadan bağrına basacaktı onu. "Kanadının mavisini ne yaptın?" demeyecekti, sümüklüböcek onun mavisini sevmemişti ki. Kelebek gelmedi. Gelmeyince sümüklüböcek yolculuğa hazırlandı. Demir asa demir çarık, gidecekti, bulacaktı onu, duyulmadık türküler söyleyecekti, mavinin, yeşilin hiçliğini anlatacaktı, avutacaktı onu. Bu yolculuk uzun yolculuktu, belki hiçbir zaman bitmeyecekti. Bunun için, düşüne düşüne kazandığı tüm bilgileri bir araya getirerek oyum oyum yüreğinin biçiminde, sırtında taşıyacağı bir ev yaptı, yola çıktı. Sonra boynuzları büyüdü. Böcekler buna kötü bir anlam verdiler, ama yanılıyorlardı, sümüklüböceğin boynuzlarının ucunda gözleri vardı, yukarılarda kelebeği araya araya büyümüştü boynuzları, buydu işin iç yüzü. Sümüklüböcek şimdi hâlâ yoldadır, kelebeği arar durur. Yağmur sonlarında bahçenize çıkarsanız, görürsünüz, gözleri göklerde, yürür gider. Belki yağmur sonu gökleri kelebeğin kanatlarını andırdığı için, belki başka bir nedenle. Ne olursa olsun, sümüklüböcek hâlâ gider yolunda. Ama söylenenlerin tersine, budala bir böcek değildir, düşünen bir böcektir yalnızca. Yavaş gitmesi bundandır. Geçtiği her yere parlak bir yol çizer incecikten. Bu parlak yol sümüklüböceğin en güzel düşünceleridir. Bilginler bu parlak yola eğilselerdi, çok şeyler bulabilirlerdi. Ama sümüklüböceği küçük gördüler, eğilmediler yoluna, büyük büyük şeyler aradılar.



Benzer Kitaplar