Türk Kahvesi
Yazar: M. Sabri Koz, Kemalettin Kuzucu, Emin Nedret işli
Kategori: Özel Dizi
ISBN: 978-975-08-3107-2
Tekrar Baskı: 2. Baskı / 05.2021
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 01.2015
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 388 |
Boyut | : 14.5 x 16 cm |
Tekrar Baskı | : 2. Baskı / 05.2021 |
“Türk Kahvesi”
Bir fincan kahvenin 500 yıllık hatırı vardır
Sabri M. Koz ve Kemalettin Kuzucu’nun hazırladığı “Kahve” kitabı, kahvenin ülkemizdeki 500 yıllık macerasını anlatıyor.
500 yıldır Türklerin hayatında önemli bir yer tutan kahvenin kökleri, bir Afrika ülkesi olan Habeşistan’a (Etiyopya), dalları bir Arap Yarımadası ülkesi olan Yemen’e kadar uzansa da artık ne Yemen’den dağılıyor bütün dünyaya ne de Habeşistan’dan… Ama bu yaygınlıkta Türkler’in payı büyük ve “Türk Kahvesi” de ne olduğu bilinerek tüketilen bir “imparatorluk içeceği” aynı zamanda…
Hiçbir zaman söylencelerden, dinî ve siyasî engellemelerden ve ticarî ilişkilerden kopamamış bir tarihi var kahvenin. Avrupa’ya nasıl taşındığı, kendini kabul ettirinceye kadar neler yaşadığı hep anlatılır durur. Ancak, çok uzun zamandan beri dünya kahve ticareti büyük tâcirlerin elinde. Oysa kahve, Türkler açısından, hazırlanışı, pişirilmesi, sunumu ve bunlarla ilgili geleneksel uygulamalarıyla “çok özel” bir içecek…
Türk Kahvesi’nin hikâyesi merak eden herkes için Türk Kahvesi’nde…
Kahve Yemen’den gelir
Bülbül çimenden gelir
Ak topuk beyaz gerdan
Her gün hamamdan gelir
Kahve biştiği yerde
Telve taştığı yerde
Güzel çirkin aranmaz
Gönül düştüğü yerde
Kahve sözcüğünün kökeni hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. İlk defa keşfedildiği Etiyopya’nın (Habeşistan) güneybatı şehri Kaffa’ya olan fonetik benzerliği nedeniyle sözcüğün bu isimden türediği ileri sürülmekte ise de, adı geçen ülkede kahve ağacına, meyvesine ve bu meyveden yapılan içeceğe “bün/bunn” adı verildiğinden bu görüş pek sağlıklı değildir. Bazı araştırmacılar ise, içene zindelik kazandırmasından dolayı, “güç/kudret” anlamına gelen Arapça kökenli “kuvve”den türediğini öne sürmektedir ki, bu da oldukça uzak bir ihtimaldir.
Aslında eski Arapçada “kahve” sözcüğü bulunmaktaydı ve bâde, içki, şarap ve ayrıca koku anlamında kullanılmaktaydı (Hattox, 1999: 16-17; Felsefî, 2006: 66; Demir, 2011: 3-4). Kahvenin, anavatanı Etiyopya dışında ilk tüketildiği merkezlerden biri olan Yemen’de de “bün” diye adlandırıldığı düşünüldüğünde, “kahve” sözcüğünün Arapça kökenli olma ihtimali güçlenmektedir. Öte yandan Arapçada çekirdek haldeki kahveye “bün” denmesi sorunu çözecek önemli bir ipucudur. Neticede hem keyif verici ve hem de kokulu bir içecek olmasından dolayı Eski Arapçadaki kahve sözcüğü, Afrika’dan gelen bu yeni maddeye de isim olmuştur. Osmanlılara da Arapça aslından aynen geçen kahve kelimesi Türkçede, söz konusu maddenin çekirdek halini, öğütülmüş tozunu ve bundan elde edilen içeceği nitelemiş, hatta ilerleyen dönemlerde bunun tüketildiği mekânlara da “kahvehâne” yerine kısaca “kahve” denilmiştir.
Türkçedeki kullanış biçimi ufak değişikliklerle Batı dillerine geçmiştir. Kahve başlangıçta, 1000 yılı civarında, besleyici ve tok tutucu özelliğinden dolayı öğütülerek ekmek yapımında kullanılmıştır.
Keyif verici özelliğinin keşfedilmesi ve içecek olarak tüketilmesi ise daha sonradır. Kahvenin keşfi, Filolog J. Banesius’un ilk defa 1671 yılında Roma’da yayımlamasından sonra bütün Avrupalı, Türk ve Arap yazarlarca da küçük değişikliklerle benimsenmiş olan bir keçi çobanı hikâyesine dayandırılmaktadır. Hikâye şöyledir:
Kaudi adlı çoban, gütmekte olduğu keçilerinin bazı geceler çok hareketli olduklarını, uyuyamadıklarını fark edince bunun sebebini anlamak için kafa yormaya başlar. İşin içinden çıkamayınca konuyu bölgenin tanınmış bilginlerinden birisine açar. Bilge kişi hayvanlardaki değişikliğin, yedikleri otlarla ilgili olabileceğini belirtir.
Gerçekten de keçilerin beslendiği bitkiler üzerinde bir inceleme yapılınca işin hakikati ortaya çıkar. Kahve böylece keşfedilmiş olur. Batılı yazarlardan bazıları bu hikâyeyi Hıristiyan geleneklerine uyarlamış ve bilge kişinin din adamı olduğunu kaydetmişler, daha fazla ibadet etmek isteyen keşiş ve papazların geceleri ayakta kalmak için kahve içtiklerini, hatta diğer Arap şehirlerine de Hıristiyan din adamları tarafından yayıldığını ileri sürmüşlerdir (Heise, 2001: 14; Wild, 2007: 49). Hikâyeyi İslâmî geleneğe uyduran, ama daha objektif oldukları anlaşılan Doğulu ve Müslüman araştırmacılar ise, çobanın görüştüğü kişinin Şazilî tarikatı şeyhi olduğunu belirtmişlerdir. Bu versiyona göre Şeyh Şazilî’nin keşfetmesinin ardından kahve, gerek şeyh gerekse müritleri için vazgeçilmez bir tutku oluvermiştir. Bu görüş Batılı bilim çevrelerinde de genel olarak muteberdir.