Tek Başına Bir Adam
ISBN: 978-975-08-2333-6
Tekrar Baskı: 3. Baskı / 03.2018
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 10.2012
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Orijinal Adı | : A Single Man |
Sayfa Sayısı | : 131 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
Tekrar Baskı | : 3. Baskı / 03.2018 |
“Tek Başına Bir Adam”
Christopher Isherwood, en önemli romanlarından biri olarak kabul edilen ve Tom Ford tarafından, başrolünde Colin Firth’ün yer aldığı etkileyici bir sinema uyarlaması da çekilen “Tek Başına Bir Adam”da, yalnız bir erkeğin bir gününü anlatıyor. Romanın odağında George var: Bir eşcinsel, ABD’de yaşayan bir İngiliz, bir tüketim toplumunda edebiyat profesörü ve genç öğrencilerin arasında yaşlılığın eşiğinde biri olarak tek başına bir adam.
Isherwood’un bakışı, George’un her hareketini bir kamera gibi gün boyunca yakından takip eder: Sabah kalkıp toplum içinde oynayacağı rol için hazırlanışını, çoğu Amerikalı gibi işine arabasıyla gidişini, üniversitedeki dersini ve öğrencileriyle ilişkisini, tek yakın dostu olan Charlotte’la birlikte geçirdiği akşamı. George’un, bir trafik kazası sonucu kaybettiği erkek arkadaşı için tuttuğu yas ve Isherwood’un Amerikan toplumuna dair ilginç tespitleri bütün bu olaylara roman boyunca eşlik eder. Gün geceye doğru ilerlerken, George’u hiç ummadığı bir sürpriz, okuyucuyu da unutulmaz bir son beklemektedir.
Uyanmak, varım ve şu anda demekle başlar. Uyanan şey, bir süre gözlerini dikip tavana bakar, sonra bakışlarını kaydırır, ta ki ben’i tanıyıncaya, buradan da ben benim ve şu anda varım’ı çıkarsayıncaya kadar. Ardından buradayım gelir ve en azından, olumsuz da olsa, bir güvence verir; çünkü uyananın, bu sabah kendisini bulmak istediği yerdir burada; evimdeyim denen yer. Ama şu anda, sadece şu an değildir. Şu an aynı zamanda soğuk bir uyarıdır da; dünden tam bir gün sonra, geçen yıldan bir yıl sonra. Her şu an’ın üzerine yapıştırılmış, bütün geçmiş şu anlar’ı geçersiz kılan bir tarih vardır, ta ki –er ya da geç– belki –hayır, hayır belki değil– kuşkusuz; o an gelecektir. Korku, vagus sinirini çimdirir. Orada, dışarıda bir yerlerde, tam önünde bekleyen bir şeylerden hastalıklı bir çekinme, sakınma. Ama bu arada beyin kabuğu, o acımasız zorba, merkezi denetim sistemlerindeki yerini almış, onları birbiri ardınca sınamaktadır; bacaklar gerilir, bel bir kavis çizerek çukurlaşır, parmaklar sıkılır, gevşetilir. Ve sonra bütün bu iç iletişim sisteminin üzerinden günün ilk buyruğu verilir: KALK. Beden söz dinler, kendini yataktan çeker kaldırır –kireçlenmiş başparmaklarla sol dizdeki sızı canını yakmakta, spazmlar geldikçe midede hafif bir bulantı–, ayaklarını sürüye sürüye banyoya yollanır, orada idrar torbası boşaltılır ve bedenin ağırlığı ölçülür; o kadar jimnastiğe rağmen altmış sekiz kilonun biraz üzerinde! Sonra aynanın önüne. Orada gördüğü, bir yüzden çok, berbat bir yüz ifadesi. İşte o yüzün kendine ettikleri, yaşadığı elli sekiz yıl boyunca nasılsa içine düşmeyi başardığı berbat durum; anlatımını donuk yorgun gözlerde, şiş bir burunda, sanki kendi toksinlerinin eksikliğiyle kenarlarından aşağı çekilip büzülmüş bir ağızda, kaslarının palamarından çözülmüş sarkan yanaklarda, küçük küçük kırışıklıklarla kat kat olup sarkmış boyunda bulan bir perişanlık. Ölesiye yorgun düşmüş bıkkın bir yüzücü ya da koşucunun dış görünüşü; gene de durmak söz konusu değil. Karşımızda duran yaratık düşüp ölünceye kadar didinip duracak. Kahraman filan olduğu için değil. Başka seçenek düşünmediği için. Aynaya gözlerini dikmiş baktıkça, aynadaki yüzünün içinde birçok başka yüz görüyor –çocuğun, ergenin, delikanlının, artık çok genç olmayan erkeğin yüzlerini–, yüzlerin hepsi birbirlerinin üzerine yansıtılmış fosiller gibi orada saklı, ve hepsi de fosiller gibi ölü. Bu ölmekte olan canlıya söyledikleri şu: Bak bize –biz öldük– ne var korkacak? Onlara cevabı: Ama o sizin dediğiniz zamanla olmuştu, öyle kolaydı ki. Ben aceleye getirilmekten korkuyorum. Gözlerini dikmiş bakıyor, bakıyor. Dudakları aralanıyor. Ağzından soluk alıp vermeye başlıyor. Ta ki beyin kabuğu, yıkanmasını, tıraş olmasını, saçını taramasını sabırsızlıkla buyuruncaya kadar. Çıplaklığı örtülmeli. Elbiselerle kuşatılıp gizlenmeli, çünkü dışarıya, öteki insanların dünyasına çıkıyor; ötekiler onu tanıyabilmeliler. Davranışları onlar açısından kabul edilebilir olmalı. Söz dinliyor, yıkanıyor, tıraş oluyor, saçını tarıyor; çünkü başkalarına karşı olan sorumluluklarını kabul ediyor. Onların arasında yeri olduğu için memnun hatta. Kendisinden ne beklendiğini biliyor. Adını da biliyor. Adı George.