Taş Mektep
Yazar: Turan Tanyer
ISBN: 975-08-0981-5
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 01.2005
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 164 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
Sırrı Paşa’nın 1885 yılında Ankara’da temelerini attığı Taş Mektep, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir kültür köprüsüydü. Cumhuriyet Türkiyesi’ni inşa eden aydın kadro, bu okulun tarihinde öğretmen ve öğrenci olarak rol aldı. Kimler yoktu ki… Vehbi Koç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Samet Ağaoğlu, Ahmet Kudsi Tecer, Nurullah Ataç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday bu isimlerden yalnızca birkaçı. Bu ilginç kitap, çağdaş idealler etrafında toplanmış yaratıcı insanların çarpıcı öyküleri eşliğinde siyasetten edebiyata, şehircilikten mimariye, tiyatrodan spora uzanan geniş bir yelpazede başkent Ankara’nın ve Türkiye’nin tarih sahnesine çıkışına tanıklık ediyor.
Bugün Ankara’da Taş Mektep’i hatırlayan insanlar azaldı. Taş Mektep’te okumuş insanların, bu binanın yakınından uzağından geçmiş insanların kuşağı da yavaş yavaş yaşamdan çekiliyor. Zaman zaman bu binanın yok edilişi üzerine, eskilerin, önce iç çekip, sonra, “Yazık oldu,” deyişlerini duyuyorum. Ama bir başka cepheden, büyük kalabalık için bu ad ne ifade edebilir? Herkesin duyarlılığı aynı düzeyde seyretmiyor ki. İşin bu yönü de var. Alt tarafı, taştan bir binaymış! Ne güzel, şimdi hastahaneler var o tepede, Taş Mektep’in yerinde. Şehir yamyamlığının yarattığı bir vakıaya böyle de yaklaşılabilir. Sanki altmış yıl önce, başkentte başka boş arazi yokmuş, sanki Ankara’nın Osmanlı dönemine ait çok az sayıdaki sivil mimari örneklerinden biri değilmiş Taş Mektep binası. Şöyle de düşünülebilirdi: Yerinde kalsaydı eğer, bir eğitim kurumu ya da başka bir amaçla elde tutulabilseydi, bütünüyle ya da bir köşesiyle burada şehrin geçmişi canlandırılabilseydi, daha doğru olmaz mıydı? Bu da bir başka yaklaşım, değerlendirme, tercih yolu. Düşünebiliyor musunuz, Taş Mektep yerinde kalmış. Burası Ankara’nın şehir müzesi olarak kullanılıyor. Bir salon, burada okutmuş, okumuş insanların fotoğraflarına, okulun eşyalarına ayrılmış. Duvarın birinde Sırrı Paşa ile Abidin Paşa’nın fotoğrafları var. İlk mezunların bulunabilen fotoğrafları da. Bir duvarda, Edebiyat Muallimi Ahmet Hamdi Tanpınar, öğrencileriyle birlikte fotoğrafçının karşısında poz vermiş, o fotoğraf asılı. Faruk Nafiz’in bir fotoğrafı. Hayran kitlesi genç kızlardan, genç kadınlardan oluşan şair, Türkçe Muallimi, gerçekten yakışıklı. Bir başka duvar köşesinde, Ahmet Kutsi Bey’in not defteri bir cemekân içerisinde duruyor. Vedat Fıratlı’nınki de. Üstelik onunkinin sayfaları açık tutulmuş. O sayfa öğrenci Orhan Veli’ye ait. Oktay Rifat’ın karnesi de orada. Ve bir fotoğraf, Gazi oturmuş, Oktay Rifat ayakta, sınav sırasında çekilmiş. Reisicumhur, eski arkadaşının oğlunun, “Yunana medeniyet götürenler kimlerdir, Türkler midir,” sorusuna verdiği cevabı beğenmiyor, ama gülüyor. Bir başka fotoğrafta, bir öğrencinin verdiği güzel cevaplardan memnun, tebessümü dudaklarında. O tatlı Rumeli şivesiyle, “Gönderin bu çocuğu Evropa’ya,” diyor; gönül adamı. Bir köşede de Gazi Oymağı’nın boruları, trampetleri flamanın hemen altında sergileniyor. Oymak borucuları, borularını kaldırmışlar şeref tribününe doğru, kendilerini izleyen Gazi’yi selamlayarak, rap rap önünden geçiyorlar onuncu yıl bayramında; o fotoğraf da var, büyütülmüş, koca bir duvarı kaplıyor. Sonra, hikâyeci Samet, küçük sınıftan şair Ahmet Muhip’i yanına almış, onları da duvardaki bir başka fotoğraftan izliyoruz. “Münekkit hoca” Nurullah Ataç Bey de hemen yanında asılı resminde, kaşları çatık, öğrencilerine bakıyor. Bir de öğrencilerin topluca çekilmiş bir fotoğrafı var. Aralarında iri cüssesiyle, uzun boyuyla ötekilere bir karış fark atan şair Şuphi Taşhan’ı farkediyorsunuz hemen. Bir başka fotoğrafta mektebin futbol takımının kalecisi Cihat Arman, uçmuş uçmuş, gelen topu kale direğinin tam üst köşesinden yumruklamış, gole izin vermiyor. Daha daha, eski tahta sıralar, iskemleler, odaları ısıtan sobalar bir köşede duruyorlar... O koca salon geçmişi taşıyor, aramızdan ayrılmış gitmiş o güzel insanları canlandırıyor. Bu canlı sahneler içerisinde, Rıfkı Melûl’ün, Samet’in ablası Tezer Taşkıran Hanımefendi’nin seslerini duyar gibi oluyorsunuz. Küçük sınıflardan Melih Cevdet’in ayak seslerini de. Koridorda koşuşturuyor, Orhan ile Oktay’a yetişecek... Hayali bile yeter!