YKY - Yapı Kredi Yayınları
Sepet Ürün bulunmaktadır.
Söz ve Diksiyon Sanatı

Söz ve Diksiyon Sanatı

ISBN: 978-975-363-014-X

Tekrar Baskı: 40. Baskı / 04.2024

YKY'de İlk Baskı Tarihi: 09.2005

400.00 TL ve üzeri alışverişlerinizde kargo ücretsiz.

YKY İnternet Satış Fiyatı
93.75 TL    Etiket Fiyatı : 125.00 TL
-+

Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.

Genel BilgilerTadımlık
Sayfa Sayısı: 168
Boyut: 13.5 x 19.5 cm
Tekrar Baskı: 40. Baskı / 04.2024

“Öyle güzel konuşanlar var ki, bildikleri konu üzerinde düşüncelerini, duygularını düzgün tümceler kurup etkili sözcükler bularak söyler, dinleyenleri hayran bırakırlar.” Nüzhet Şenbay Bu kitap hem günlük konuşmalar, hem de çeşitli konferanslarda dilin doğru ve etkili kullanıma yönelik örnek alıştırmalar içeren bir el kitabıdır.

“İnsan konuşa konuşa, hayvan koklaşa koklaşa anlaşır” demişler.
Biz insanları hayvanlardan ayıran en yüce nitelik, düşünerek, düzgün, anlatımlı konuşmamızdır. Yoksa, konuşmak, ağzına geleni saçma sapan, düşünmeden, gelişi güzel söylemek demek değildir. Bunun için de söylenmiş bir atasözümüz vardır. “Boğaz dokuz boğumlu” derler. Önce düşünmek, zihinde tasarladıklarını gerekiyorsa söylemek yerinde olur.
İşte bu nedenle de “Söz söyleme sanatı” ilk çağlardan beri toplumlar arasında bir meslek haline gelmiştir.
Kuşkusuz, konuşmayı oluşturan ses, dilin doğmasında temel bir eleman olup Tanrının insanlara bağışladığı olağanüstü bir armağandır.
İnsan düşünce, duygu ve coşkularını kendi vücudunda bulunan ses aracının yardımıyla söze dönüştürerek başkalarına anlatabilir.
İnsanın maymundan geldiği veya onunla yakınlığı olduğu söylenir. Bu pek uzak bir olasılık da değildir. Maymunun organlarını incelediğimiz zaman insanda bulunan gırtlağı, boğazı, dili ve hatta beyin kıvrımlarını onda da buluruz. Ama Tanrının bizlere bağışladığı konuşma üstünlüğünü kazandıran “Ses kirişleri” adını verdiğimiz, o küçücük duygun organ maymunda yoktur. Onun için ilkel, cırtlak sesler çıkarır da konuşamaz.
Biyoloji bilginlerinin inceleme ve araştırmalarından da öğrendiğimize göre, ilk insan soydaşlarıyla anlaşmak için “Ses aleti”ni kullanmasını bilmiyormuş. Ancak onu “Sindirim aygıtı”nın bir parçası gibi, doğal olarak da, yaşayabilmesi için soluk alma, yemek yeme aracı yerine kullanıyormuş. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, yalın sesler çıkarmaya ve o seslerle de birçok kavramları anlatmaya çalışmış. Ve böylece epeyce bir zaman onun üzerinde uğraşarak, çıraklık dönemini atlattıktan sonra, söz söyleme mutluluğuna kavuşmuş.
Görülüyor ki, söz insanın doğal bir anlatım aracı değildir. Nasıl ki bir müzik aletini çalmak için nota ile o aletin üzerinde çalışıp bir emek ve çaba harcamak gerekirse toplum karşısında söz söylemeyi öğrenmek için de öylece metinler üzerinde çalışıp bir emek ve çaba harcamak gerekir.
Eskiden aydınlar konuşurken düzgün, açık tümce kurmaya dikkat ederler ve özellikle “İstanbul söylenişi” üzerinde titizlikle dururlar, onu Osmanlı dilinin konuşmasında “Doğru Söyleniş” olarak kabul ederlerdi. Hatta o kadar ki, taşradan gelen okumuşların yeteneklerini “İstanbul Söylenişi”ni kavrayıp kavrayamadıklarıyla ölçerler ve “Bu kadar yıl İstanbul kaldırımı çiğnemiş de yine de dilini düzeltememiş!...” diye ayıplar ve o kimsenin yeteneksizliğine yüklenirlerdi.
Topluluk karşısında konuşmak için, sesi eğitme bakımından “İstanbul söylenişi”nin sağladığı önemli bir yarar da, sesin “Maske” denilen yüzün, yanak ve dudaklar bölgesine yerleştirilmesinin kolaylığıdır. Halbuki taşra söylenişinde, daha çok “Boğaz sesi” olan geri ve tınlamasını boğazda yapan ve ses kirişlerini zorlayıp sesin kısılmasına neden olan bir sakınca ortaya çıkar.
Onun için Diksiyon çalışmalarımızda, özellikle, bu “Doğru Söyleniş” üzerinde durulur.
Yalnız, tüm uygar dillerde uygulandığı gibi, bizim de bir Sesbilim alfabemiz bulunmadığından, ancak “Doğru Söyleniş”i kulaktan çözümlemeye çalışıyoruz.
Günün birinde bilim kurumlarımız “Deneysel Sesbilim” yoluyla Türkçemizin seslerini ayırır ve saptarsa biz de ondan yararlanma mutluluğuna kavuşuruz.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Söz Söyleme Sanatının ilk kez ders olarak okulda uygulanması, Ahmet Cevdet Paşa’nın 26 Haziran 1880’de açtığı Hukuk Mektebi’nde “Belâgat-i Osmaniye” ile “Hitabet Dersleri”ni vererek başlamıştır. Yine o yıllar içinde Abdürrahman Süreyya Beyin de aynı okulda ders verdiğini Mizanü’l-Belâga ve Sefine-i Belâgat adlı kitaplarından öğreniyoruz.
O zamanlar İstanbul’da aileler arasında yeni yetişenlerin konuşurken yaptıkları söyleniş yanlışları üzerinde durulurdu.
Bugün dilimizde kullandığımız, Fransızca’dan geçmiş olan “Diksiyon” konuşma sanatının temel elemanıdır. Ve şöyle tanımlanabilir: Söz söylerken duygu ve düşünceleri üslûbuna uygun olarak belirtmek için sesin uyumunu, söylenişi, jesti, mimiği, alınacak tavırları yerinde, aynı zamanda güzel kullanma sanatıdır.
Oysa bir konuşmacı, bir avukat düşüncelerini, duygularını iyi anlatabilmek için uygun, inandırıcı sözcükler, tümceler seçtiği gibi, doğru bir ses, düzgün bir söylenişe de sahip olmalıdır. Bu bakımdan dinleyiciler karşısında söz söyleyen herkesin “Diksiyon Sanatı”nı bilmesi gerekir.
Okullarımızda Türkçe derslerinde Dilbilgisinin yardımıyla iyi yazmak ve düzgün tümce kurmak üzerine çalışılır. Fakat düzgün ve doğru söz söyleme konusunda hiç durulmaz. Bu nedenle öğrencilerin konuşmaları, gelişi güzel, bağıra çağıra söz söyleme geleneğine uymalarına bırakılmıştır.
Halbuki gençlerimizin doğru ve anlaşılır bir tarzda konuşmaya alışmalarının, ilerideki çalışma yaşamlarında kendilerine büyük kazançlar sağlayacağı gözönünde tutmak gerekir.
Şimdi bu kitapta Diksiyon sanatıyla Konuşma sanatını birlikte yürütmek istiyor ve onu şu temel bölümlere ayırarak açıklama yapmayı uygun buluyoruz: Konuşmacı, konu, konuşma üzerinde temel çalışmalar (diksiyon).
Böylece bölümlere ayırdıktan sonra onları açıklamaya geçelim.



Benzer Kitaplar


Yazarın Diğer Kitapları