Soruşturma
ISBN: 978-975-08-1035-X
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 01.2005
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 968 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
“Soruşturma”, otobiyografik malzemenin 20. yüzyılın tarihini ve coğrafyasını belirlemede en fazla ağırlığı taşıyan iki dünya savaşını arasındaki dönemde yaşananlarla harmanlayarak kullanıldığı bir seçki. Döneme doğrudan tanıklık etmiş olan yazarın, anti-nazi politikaları doğrultusunda müttefikler tarafından hazırlanan 131 soruluk bir belgeye yanıt olarak kendi yaşamının ayrıntıları üzerine, Almanya’nın 20.yüzyılın ilk yarısına ait siyasi tarihinden seçtiği önemli olayları yine ayrıntılarıyla yerleştirerek kitabın adındaki ironiye yakışır açıklamalarla yaşattığı bir roman.
WARNING: Bead the ontire Soruşturma carefully before you start to fill it out. The English language will prevail if discrepancies exist between it and the German translation. Answers must be typwritten or printed clearly in block letters. Every question must be answered precisely and conscientiously and no space is to be left blank. If a question is to be answered by either “yes” or “no”, print the word “yes” or “no” in the appropriate space. If the question is inapplicable, so indicate by some approriate word or phrase such as “none” or “not applicable”. Add supplementary sheets if there is not enough space in the questionnaire. Omissions of false or incomplete statements are offenses against Military Government and will result in prosecution and punishment.
UYARI: Bu soruşturmadaki sorular cevaplanmadan önce dikkatle okunmalıdır. Kararsız kalınan hallerde İngilizce metin belirleyicidir. Cevaplar daktiloda ya da okunaklı kitap harfleriyle yazılacaktır. Her soru doğru olarak ve titizlikle cevaplanacak, hiçbir soru yanıtsız bırakılmayacaktır. Yanıtı “evet” ya da “hayır” olarak istenen sorularda “evet” ya da “hayır” sözcüklerinin ilgili yerlere yazılması gereklidir. Soruya “evet” ya da “hayır” sözcükleriyle yanıt verilememesi halinde, örneğin “hiçbiri” ya da “söz konusu değil” gibi uygun bir cevap verilmelidir. Cevap hanelerinde yer kalmaması halinde ek yapılarak kitapçığa iliştirilebilir. Soru atlamak kadar yanlış ve eksik cevaplar vermek de Askeri Hükümet’in emirlerine karşı işlenmiş bir suç teşkil edecek ve gerektiği gibi cezalandırılacaktır.
Soruşturma’nın tamamını dikkatle okudum. Hatta benden istenmemiş olduğu halde birkaç kez daha okudum, her sözcüğü, her soruyu, Almanca ve İngilizce yazılmış bütün cümleleri. Bu, uğraşmam gereken ilk Soruşturma değil, daha önceleri de benzer içerikli ve benzer özellikler taşıyan birçok Soruşturma’yla uğraşmışlığım var, bunun ne zaman ve hangi koşullar altında olduğu hakkında bu kitapçığın “Notlar” bölümünde bir şeyler söylenecektir. Genel olarak “Üçüncü Reich”, amiyane tabirle “Binyıllık Reich”, kısaca “Nazi Rejimi” ve iyimser yaklaşımla Almanya’daki nasyonal sosyalist hükümet iktidarı olarak adlandırılan, 1933 yılının 30 Ocak günü ile 1945 yılının 6 Mayıs günü arasındaki süreyi kapsayan dönem boyunca da önüme sayısız Soruşturma konuldu ve ben o kitapçıkların her birini, her seferinde dikkatle okumuş olduğumu teyit ederim.
Bu defa da benden istenebilecek her şeyi baştan karşılayabilmek için şunu da hemen belirtmek isterim ki, bütün bu soru kitapçıklarını okumak üzerimde hep aynı etkiyi bıraktı: İçimde bir dizi duygu uyandı, bunların ilki ve en güçlüsü her yanıma nüfuz eden bir sıkıntı olarak tanımlanabilir. Bu duyguyu daha kesin olarak tanımlamam gerekirse, suçüstü yakalanmış bir okul çocuğunun, diğer bir deyişle kendini yasa, gelenek, düzen ve ahlak olarak ortaya koyan büyük ve tehditkâr güçlerle ilk deneyimlerini yaşayan çok genç bir insanın durumuna benzetebilirim. Bu genç insanın, dünyanın olduğu gibi olma hakkından henüz haberi yoktur; dünyayla uyum içinde olduğuna inandığı sürece vicdanı rahattır, uyum söz konusu olmadığı zaman ise vicdan azabı çeker. Öte yandan günün birinde, bütün kurumlarıyla birlikte bu dünyayı kendi vicdanı karşısında kötü olarak algılayacağı, kötü ve temelden değiştirilmesi gereken bir biçimde algılayacağı anın geleceğini ve o anda mutluluktan uçacağını da henüz bilmemektedir.
Bu kitapçıktaki 19. sorunun cevabında ele alınması gereken koşullar nedeniyle, vicdanın sesi konusunda düşüncelerimi rahatça söyleme hakkım hiç de yok. Bunu yapmayı isteyen ben değilim. Ama bu kitapçıktaki bütün bu düzenlemeyi, beni vicdan muhasebesi yapmaya yönelten modern bir denemeden başka bir şey olarak nasıl algılayabilirim ki?
Bu dünyada bildiğim en övgüye değer kurum olan Katolik Kilisesi’nde günah çıkartma diye bir şey vardır. Günah çıkartma eyleminin sağaltıcılığı yalnızca günahkârlar için geçerlidir, suçlular için değil ve affedilemeyecek tek günah vardır, o da Kutsal Ruh’a karşı işlenmiş olan günahtır. Katolik Kilisesi, kendi ölçütlerine göre mutlu olmaya çalışan dinsizleri dine döndürür, ancak İncil’i bilip de onun gereklerine uymak istemeyen sapkınları affetmez. Yaygın bir jargonla söylemek gerekirse bu, açık seçik ve mükemmel bir şeydir; bireyin kendisi için umut edebileceği merhameti büyük ölçüde kendi içinde varacağı karara bağımlı kılmasına olanak tanıdığı kadar, günah çıkarmanın gizini de kendi içinde barındıran bir dizi ulvi sonuçla yüklü bir olaydır; özünün, On Emrin bile, son zamanlarda fazlasıyla dikkate almakla yükümlü kılındığım bir dizi yasayla rahatsız edici bir karşıtlık içinde olmasından çekinmeseydim, ben de bu olaya inanabilirdim.
Çünkü vicdanımı araştırmaya yönelik sorularda karşıma çıkan Katolik Kilisesi değil, çok daha az övgüye değer bir kurum olan Müttefik Askeri Hükümet oldu. Doğaldır ki, bu hükümetin o ulvi sonuçlardan haberi yok. Askeri Hükümet, din adamının dünyadan soyutlanmış günah çıkarma odasında zavallı günahkâra yaklaştığı gibi yaklaşmıyor bana; evime bir Soruşturma gönderiyor ve tıpkı bir sorgu yargıcının bir suçluyla konuşması gibi kaba bir tonla 131 soruyu arka arkaya sıralıyor, soğuk bir biçimde ve az ve öz olarak benden gerçeği isteyerek iki kez, Soruşturma’nın hem başında hem de sonunda biçimi ve boyutu açısından (“Notlar” Bölümüne de bakınız) elimde olmadan enikonu korktuğum cezalarla tehdit ediyor beni.
Gelenler Müttefik Askeri Hükümet’in temsilcileriydi, bir sürü renkli nişanla donanmış süslü üniformaları olan adamlardı; her eylemden önce vicdanını sorgulamamanın bir erkek için yakışık almayan bir şey olduğu konusunda beni şiddetle uyardılar. Karşımda oturuyorlardı, yan yana; cana yakın ve bakımlı genç insanlardı, yalın bir dille konuşuyor ve tabii ki vicdan gibi büyük bir olaydan söz ediyorlardı; su götürmez güvenlerinden ötürü onlara hayran kaldığım gibi aynı dünya görüşünü paylaşmalarını da kıskandım.
Her zaman, kasıtlı herhangi bir eylemi herhangi bir tür vicdanla uyum içine sokmaya çalışmışsam da, her keresinde ya vicdanın yasama gücünden kuşku duymak ya da o eylemden vazgeçmek gibi iki acımasız seçenekle karşı karşıya kalmışımdır.
Soruşturma’nın tonlamasından ve içeriğinden, hangi nedenlerle bana soru sorulduğu anlaşılmıyor. Herhangi bir askeri hükümetin herhangi bir temsilcisinden, örneğin 108. sorunun hangi amaca hizmet ettiğini öğrenmeyi başaramadım. Bu Soruşturma’yı doldurup dolduramayacağım konusunda kendimi yokladığımda, en azından 18. ya da 25. ya da 99 ila 102. ya da 120. ya da 126 ila 128. soruların cevaplanmasının açıkça başkalarının haklarının çiğnenmesi anlamına geldiği ve böylece benim kesinlikle gayri ahlaki bulduğum bir şey yaptığım düşüncesi kaçınılmaz oluyor. Bu Soruşturma’daki genel tavır göz önünde tutularak ve en azından ülkemizin batısında yaşayan hemen hemen her Almanın bu kitapçığı doldurmak zorunda olduğunun bilinciyle, ayrılmaz biçimde ait olduğum bir ülkeye ve bir ulusa, Alman devletinin çöküşünün tarihsel gerçeğinden yararlanarak ve cani oldukları ortaklarınca peşinen kabul edilmiş adamlarla yapılmış bir anlaşmaya dayanarak hükmeden yabancı güçlerin emriyle, kendi kontrol edilemeyen koşulları çerçevesinde zarar verebilecek bir eylemin parçası olma korkusunu vicdanımın sesini duyarak taşıyorum; o yabancı güçler hükmetmek için her hakkı elde etmişlerdir, ancak biri dışında: göreve gelirken dayandıkları yasa. Bu yüzden de arkalarında bir boşluk bırakmışlardır, bu boşluğa sığınma hakkı verilmiş olabilir bize, biri dışında her türlü haktan vazgeçmiş olan bize ve o bir tek hak da kendisine dayanarak göreve geldiğimiz yasaya olan hakkımızdır.
Telaşa gerek yok, bu Soruşturma’yı dolduracağım. Öncekilerin de hepsini doldurmuştum. Burada 1. soruda ifade edildiği gibi prosedürün asıl can alıcı noktası hep aynıydı: soru sorulan kişinin, ayrıca kendisine anlamlı gelecek ve bütün varoluşunu üzerine inşa edeceği bir iş yapabilmek için aptalca ve utanç verici bir sıkıntıya girme isteği konusundaki spekülasyonlar.
Her gücün kendi içinde kendine özgü bir karşı bileşke geliştirmesi son derece ilginç bir tezahürdür; bu karşı bileşke onu devirebilecek olan tek kuvvettir, meğer ki güç, o karşı bileşke yorgun düşüp çökecek kadar kendi enerjisinin artmasını sağlayacak ölçüde kendi içine yerleştirebilsin. Çağımızdaki güçlerin karşı bileşeni bana göre dayanışma içinde hareket etmektir.
Bu açıdan bakıldığında, benim durumumda olan herkesin yapmak zorunda olduğu şeyi yaparsam ya da yapmaktan kaçındığı şeyi yapmaktan kaçınırsam örnek bir davranış sergilemiş olurum. Ancak yukarıda söz edilen spekülasyonun ikiyüzlülüğü, kişiyi yapay olarak yaratılmış bir yalnızlaştırma içinde vurmasında yatmakta. Herkes, herkesi ilgilendiren bir işleme boyun eğmek zorunda değildir, her kişi kendi kişisel vakası içinde dikkate alınmalıdır. Bu noktada hiçbir kahramanlığın anlamı olmayacaktır, çünkü kimsenin bundan haberi olmayacaktır ya da başka durumlarda bu bağlayıcı olmayacaktır. Elbette ahlaki ilkelere dayanan bir kahramanlık olasılığı kalacaktır ve budalaca ve utandırıcı bir sıkıntı altına girmektense ölmeyi yeğleyecek insanlar da vardır. Bu insanlar neden doğar doğmaz ölmeyi seçmezler diye de soruyorum kendime.
Hayır, burada bireyin bu ram oluş içinde, dayanışmayla hareket edilmesini sağlayabilecek kadar bağlayıcılığı olan şeylere ulaşmak için başka bir olasılık bulunup bulunmadığını kontrol etme yükümlülüğünden başka bir sonuç çıkmamaktadır. İşte tam bu noktada önümde duran Soruşturma uzlaştırıcı yönünü gösteriyor. Hoşa gidecek kadar geniş kapsamlı hazırlanmış bol miktarda soru, bol miktarda cevabı gerekli kılıyor. Ve ben her halükârda, genel kuşkunun basitçe “gerçek” olarak adlandırma konusunda karar kıldığı o tuhaf şeyin tüm olasılıklarıyla ilgilenmekte sayısız yarar görüyorum.
Tarihsel idealizmin mucidi Friedrich von Schiller, gerçeğin her şeyde yalnızca kısmen saklı olduğu, hiçbir yerde bütünüyle ve kendi saf yapısıyla var olmadığı saptamasında bulunmuştu bir keresinde. Ona hâkim olabilmek için olabilecek en fazla sayıda belgeye ihtiyaç vardır – başka bir deyişle saf yapısı içindeki gerçek, olayın kayda geçirilmiş ilişkilerinin niceliğiyle belirlenmek zorundadır. Bu, tarihsel materyalizmin mucidi Karl Marx’ın gerçekleştirdiği bir incelemenin sonucundan başka bir şey değil – Marx niceliğin niteliğe döndüğü noktayı bulmuştu. Birbirinden böylesine farklı iki zihin aynı sonuca varmışlarsa, üzerinde durup düşünmek gerekir. Her ikisi de, hem Schiller hem Marx, belgeleri dünyada hiç de iyi üne sahip olmayan bir ulusa aitler; binlerce yıldan bu yana tepelerin ardında konuşlanan ve bugün bile bazı şeyler yapabileceğini göz önünde bulundurmak gereken bir halkın en barbar özelliklerini taşıyorlar. Ancak ben Soruşturma kanalıyla vicdanımın sesine uymaya zorlanıyorsam, ama yine de gerçeğin sorularıyla karşı karşıyaysam, o zaman Schiller ve Marx’ın yöntemini uygulamaktan başka çarem kalmıyor.
24 numaralı sorunun cevabından da anlaşılacağı üzere, Almanya’da uygulanan yargı usullerini incelemek için yeterince fırsatım oldu. Yargıcın gerçeği tüm yönleriyle araştırma yükümlülüğü olarak adlandırılan bir ilke sayesinde içsel bir başkaldırıya yönelmekten uzaklaştığımı hissetmenin mutluluğunu yaşadım. İşte bu ilkenin doğru olarak uygulanması uğruna, başkanlık eden her yargıcı düşündüğümde içimde yalnızca büyük bir saygı uyanıyor. Gerçekten de üst üste yığılan, olabilecek en büyük sayıdaki olgunun içinden gerçeğin görüntüsünü en ince çizgileriyle bulup çıkarmak konusunda hiçbir çabadan kaçınmadılar. Çok kısa bir süre içinde onları bu girişimlerinde desteklemenin yararıma olacağını anladım; en iyi yalanın gerçek üzerinden söylenebileceği anlayışıyla bilgeliğinin doruğuna çıkan avukatım da benim için itici güçtü. Bu Soruşturma aracılığıyla belgelenen yargılama yönteminde avukata yer yok, ama bu yöntemin neyi amaçladığını kimse bilmediği için, uyguladığı yöntemlerin yine de beklenmedik bir anda gerçeği ortaya çıkarma olasılığını barındırıp barındırmadığını da kimse bilmiyor. İşte ben, bana olduğu gibi başka birçok kişinin de aynı çekiciliğe kapılması umuduyla, bu olasılığa hizmet etmek istiyorum, öyle ki sonunda cevapların niceliğinden, ülkemizde olup bitene ve bunların aslında nasıl yaşandığına dair en azından gerçeğe yakın nitelikte bir görüntü çıkabilsin. Ancak bu durumda da bu Soruşturma’daki sorular vicdanıma değil, belleğime yöneliyor!
131 numaralı sorunun cevabında İngilizcemin pek iyi olmadığı görülecektir, hem de hiç iyi olmadığı; ancak İngilizcem daha Soruşturma’nın ilk sözcüklerinde iki baskı hatası olduğuna ilişkin korkunç bir kuşkunun içimde uyanmasına engel olacak kadar da kötü değil. Acaba Bead the ontire... yerine Read the entire olması gerekmiyor muydu? ya da bir yerde “appropriate” derken başka bir yerde “approriate” denmesi doğru mudur? Kararsız kalınan hallerde İngilizce metin belirleyicidir...