Parasız Yatılı
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 176 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
Tekrar Baskı | : 63. Baskı / 10.2024 |
Yıllardır okunan bir öyküler kitabı “Parasız Yatılı”. Füruzan’ın çağdaş bir klasiği… “Füruzan, sıcak, acılı, yer yer insanın içine işleyen anlatımıyla, toplumumuzdan çok iyi tanıdığı kesitler veriyor bize. Çok yazmasına karşın yavanlığa düşmemesinin nedenini, el atmış olduğu çevreyi, bu çevredeki insan kaynağını iyi tanıyor olmasıyla açıklayabiliriz.” Mehmet H. Doğan
Sabah eskimişliğin buzulları burnuma dek geliyor. Bilmem ne hanım geçen gün diyesiymiş ki, "Ayol onun kocası koskoca bir koca ki!" Her kez sobaya kömür atmak gerekir, yoksa söner. Sobada eskimiş kışların külleri var, ama mangal külleri. İki yüz gram beyazpeynir, yarım ekmek, "Anneciğim kış helvası alabilir miyim?" Çünkü yaz helvası da var, dondurulmuş tadı olan bir helva. Kaç kişi yaz helvasını bilip de yemiş içimizde. Zaten o çocuk tıpkı baba tarafı, anasına hiç çekmemiş, iyi de olmuş; anası dediğin ne ki, dikiş yok, nakış yok, ama ne kadar havası vardı. İlk tanışmada bu 'hava'dan çokça söz edilmişti de dik kafalı, filan bulunmamıştı. Sonraki tüm çabası da boşa gitti, ne de olsa ilk eğitilmişliğine sırtını dönememişti: "Mahalle kızı, ne demeli," diyecekleri sözü bulduklarında bir rahatladılar ki o kadar olur. Ah.. çocukluğumu da eskisi gibi sevemiyorum, buna tam sevmemek de denemez, işte öylesine bir şey. Artık günün orta yerinde de sevinivermeler kalmadı. Bir şey var ki o çok önemli, insanlara sevgimiz arttı ve de güvenimiz; ufak tefek akıllı akıllı bakan bir kız, sana yakışan sonuna dek dayanmaktır, diyor, onlar mı çok iyiydiler, hadi canım ordan, herkesin kendince iyiliği nitelemesi var, kimse en mükemmel değil; bunu öğrendiğimizde kendimizi tanımış olduk, beğendik de, bu ayağımızın suya ermesiydi. Annemin dolu ıvır zıvırı vardı, çok eskiden kalma İran işi duvar halılarını özene bezene germişti odasına, bir büyükçe taşkömür sobası yanıyor, ısınıyordu her yan. "Benim kimseye ihtiyacım yok, kan içerim kızılcık şerbeti içtim derim, ama sen öyle misin ya, yok seni sanki sokaktan aldım, Allah için söyle bendeki kadınlık, tutum nerde; kızım mal kıymeti bilmeyen, insan kıymeti de bilmez." Misafir odalarındaki eşyalara yabancınınmış gibi dokunulmaz, birileri gelince temiz bir naftalin kokusu sarar her yanı. Öğretmen tırnaklara bakacak, oysa kemirilmiş, sıskacık ellerimi saklayacak yer de yok, okul önlüğüm gittikçe soluyor, soluyor; öğretmen sevgisiz, soğuk, yorgun. İlkokulun o Tanrısal öğretmenleri nasıl da korktuklarımız, saydıklarımızdı, nedense göğün bitimine doğru yok olup giderlerdi ders süresince. Bu yaz gittiğimiz denizde Rüknettin Beylere rastladık, kaynının aracılığıyla iyi bir odun partisi vurduğunu, bunun da tam bir kâr demek olduğunu öğrendik. Karısının yabancı okullarda edindiği Fransızcasıyla güzel uzun gezilere, yabancı ülkelere gidi gidiverdiklerini anlattı. O gün deniz dalgalıydı, ama havada bir Akdeniz bulutu dört dönüyordu. Rüknettin Beyin hanımı, bacaklarının diğer erkeklere en güzel görüneceği biçimi aramakla uğraştı, buldu ve rahatladı. Kumun altın inceliği avucumda şimdi: Gidelim, yahu bu karıyla bu herifle ne merhabamız var? desem, Bu insanlarla bir arada yaşıyoruz, onlarla konuşmamızı bu kadar garipsemeye lüzum yok, hazırdır; bir de beğenir ki bu sözü, ikide bir söylemeden edemez. Rüknettin Bey evine gelen hanımların romantiklerini -kendisi bir yaşama sulandırılmış yapay romantizminin bağırıcısıdır, her şeyin tatlı sulusunu sever- bahçede öpermiş. Pencerenin perdesini, aç bana göster yüzünü görmek için ben yüzünü dağları aştım da geldim mani oluyor halimi takrire hicabım denizler durulmaz dalgalanmadan ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır. Maltızda balık kızartılır mı? diye söyleniyor Güzide Hanım, mahalleyi kokusu tutuyor, yoo ayol ben titiz bir kadınım, Salim Beye pastırma yedirmiyorum, ağır vücutlu adam, terlerse yatak yorgana bile siniyor kokusu, o canım çivitli çarşaflarıma, kalkıyor bunlar tüttürerekten balık kızartıyorlar... Bu bahar gününde kapı pencere kapalı oturulmaz a, şarkılı sokağın sakası atına kocaman nazar boncukları almış. Hadri kız, diyor, ben sıçan dişi yapmayı Mualla Abladan öğrendim, o şey var ya deniz astçavuşu, iki gözüm önüme aksın gitmiştir Opera sinemasına, bana mektuplarını elden yollatıyor artık, eh sen de herkese yayma bunu, babası duyarsa...