Karlar Altındaki Ülke
Yazar: Lucia Tumiati
Kategori: Doğan Kardeş, Okul Çağı
ISBN: 978-975-08-2889-8
Tekrar Baskı: 2. Baskı / 01.2016
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 03.2014
Resimleyen: Simona Bursi
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 88 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
Tekrar Baskı | : 2. Baskı / 01.2016 |
Bizi bir arada tutan sevgi.
İtalyan edebiyatının en önemli kalemlerinden Lucia Tumiati’den hem yürek burkarak yer yer göz yaşartan hem de gülümseten unutulmaz bir kitap: Karlar Altındaki Ülke…
Hepimizin hayatında kendimizi yalnız, yabancı, tuhaf, farklı hissettiğimiz anlar olur. Sergio da sık sık kendisini “farklı” hisseder. Sınıfta ırkçılık üzerine yapılan bir tartışmayı evde anlattığında, annesi herkesin aynı olduğunu, değişenin sadece diller, görenekler, ten renkleri olduğunu söyler. Arkadaşlarına pek benzemeyen, sapsarı saçlı, masmavi gözlü Sergio, aslında kendisini herkesle eşit hissetmektedir ama yine de içinde bir huzursuzluk, açıklayamadığı bir güvensizlik vardır. Derken bir gün annesi ona bir kardeş isteyip istemediğini sorar. Kendisi doğuramadığı için evlatlık almayı düşündüklerini açıklar. Böylece, Sergio kendisinin de evlatlık alındığını, Seryoşa iken nasıl Sergio olduğunun hikâyesini öğrenir.
Karlar Altındaki Ülke, İtalyan edebiyatının en önemli kalemlerinden Lucia Tumiati’den hem yürek burkarak yer yer göz yaşartan hem de gülümseten unutulmaz bir kitap. Simona Bursi’nin resimlediği Karlar Altındaki Ülke’yi Filiz Özdem çevirdi.
Irkçılık. İşte, öğretmenimizin sık sık sözünü ettiği konu. Bize geçmişten hikâyeler anlatır ama bugün olan bitenleri de anlatır: Farklı kabileler, farklı dinler arasındaki kıyımlardan. Sonunda hep şöyle sorar: “Aranızda kendisini ırkçı hisseden var mı?”
Herkes buna hayır der.
Sonra şöyle sorar: “Aranızda, kendisini diğerlerinden farklı hisseden var mı?”
“Elbette, ben farklıyım!” diye yapıştırdı Lucio. “Ben Romanım, siz değilsiniz.”
Sesinde belli bir gurur vardı, Roman olmayanlara karşı da bir tepeden bakma.
Sıra Sofia’ya geldi:
“Ben Afrikalıyım, sizlerse beyaz.”
“Herkes değil” dedi Simone Hu, “Ben Çinliyim, yani azıcık sarıyım.”
Hepimiz güldük, o da güldü.
“Pekâlâ!” dedi öğretmen. “Kendisini farklı hisseden başka kimse var mı?”
Sessizlik. Birbirimizin suratına baktık, pek bir fark görmedik.
“Bazı arkadaşlarınız kendisini farklı hissediyor. Ne dersiniz? Onlar mı farklı yoksa siz misiniz onların böyle hissetmesine neden olan?”
“Aman canım!” diye atıldı Mariella. “Ne fark eder, ha siyah olmuşlar ha sarı. Yeter ki sevimli olsunlar.”
“Şunu demek istemiştim: Ben Çinliyim ama başkalarından farklı değilim ve sevimliyim de…” dedi Simone.
“Başkalarından farkım yok mu bilmiyorum…” dedi usulca Sofia.
“Ben farklıyım!” dedi başkalarından hep daha cesur olan Lucio.
“Çocuklar!” dedi öğretmen. “Söyledikleriniz çok önemli şeyler. Bunları özetleyebilir misiniz?”
“Aslında rengin çok önemi yok. Yoksa her denize gidip esmerleştiğimizde kendimizi farklı hissederdik. Sofia’ya katılmıyorum.”
“Farklı olan Lucio’nun ‘iç”i” diye bir yorumda bulundu Mariella. “Hepimizin içi farklıdır, kardeşlerin bile içi birbirinden farklıdır.”
“Neden söz ediyoruz öyleyse, ırkçılıktan değil, kişiliklerden mi? Ne alakası var bunun ırkçılıkla?”
“Çok doğru” diyerek konuya nokta koydu öğretmen.
Niye benim içim huzursuz?
Nine, bunu açıklayabilir misin bana?
/.../
Okuldaki tartışmaları evde anlatırken, bizimkilerin hemen yüzleri değişti.
Öğretmenin insanların kişilikleri açısından farklı, bunun dışında aynı olduğunu söylerken haklı bir noktaya parmak bastığını söylediler. Herkes acıkırmış, susarmış, herkesin kanı kırmızıymış, herkes karın ağrısı çekermiş, nezle olurmuş.
Değişen sadece diller, görenekler, renklermiş; bu da dünyanın güzelliğiymiş.
Annem gülerek, “Bir düşünsene, hepimiz tornadan çıkmış gibi aynı olsaydık, ne sıkıcı olurdu!” dedi.
Elimi kolumu bağlayan, bu tartışmanın daha da üstüne gitmemi engelleyen bir şey var içimde.
Korku mu? Güvensizlik mi? İyi de neden korkacağım? Aslında kendimi gayet mutlu ve herkesle eşit hissediyorum.