YKY - Yapı Kredi Yayınları
Sepet Ürün bulunmaktadır.
İmge ve Göz – Görsel Temsil Psikolojisi Üzerine Yeni İncelemeler

İmge ve Göz – Görsel Temsil Psikolojisi Üzerine Yeni İncelemeler

Yazar:

Kategori: Sanat

Çeviren:

ISBN: 978-975-08-3171-3

YKY'de İlk Baskı Tarihi: 09.2015

400.00 TL ve üzeri alışverişlerinizde kargo ücretsiz.

YKY İnternet Satış Fiyatı
38.20 TL    Etiket Fiyatı : 50.93 TL
TÜKENDİ

Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.

Genel BilgilerTadımlık
Sayfa Sayısı: 320
Boyut: 16.5 x 24 cm

“İmge ve Göz – Görsel Temsil Psikolojisi Üzerine Yeni İncelemeler”

Dünyanın öncü sanat tarihçilerinden Profesör Sir Ernst Gombrich, sadece sanat camiasını değil, gerçeği arayan, dünyaya merakla ve heyecanla bakan herkesi etkileyen çalışmalar üretti. Sanat ve diğer disiplinler arasında diyalog gelişmesi için çok önemli katkılarda bulundu.

İmge ve Göz, Gombrich’in resimsel temsilin psikolojisi üzerine çarpıcı ve büyüleyici güzellikte metinlerini içeriyor. Sanat tarihçisinin anlayışıyla sezgisel psikoloğun titiz yaklaşımını birleştirmeyi başaran yazar, perspektif, hareketin temsili, iletişimde görselliğin rolü, temsilde gerçeklik standartları gibi meseleleri net ve akıcı bir dille ele alıyor. Sanat öğrencilerinin yanı sıra sosyal bilimcilere ve bilimadamlarına esin kaynağı olmaya devam ediyor.

“Profesör Gombrich’in diğer bütün çalışmaları gibi, buradaki metinleri de dopdolu, hayranlık uyandırıcı ve düşündürücü. Sanatın doğasına ışık tutan, onu ortaya çıkaran kitaplarından bir yenisi.” – John Boulton Smith, Apollo

Sir Ernst Gombrich (1909-2001)  Viyana’da doğdu. 1936 yılında Londra’daki Warburg Enstitüsü’ne katıldı. 1959’dan 1976’da  emekli olana kadar Londra Üniversitesi’nde Klasikler Tarihi bölümünü yönetti ve dersler verdi. İngiltere Devleti’nin şövalyelik unvanını (1972) ve Order of Merit üstün hizmet madalyasını (1988) kazandı. Kitaplarından birkaçı: “The Story of Art” [Sanatın Öyküsü], “Art and Illusion” [Sanat ve Yanılsama], “Sense of Order” [Düzen Duygusu]. Ayrıca makalelerinden pek çok derleme yayımlanmış, eserleri pek çok dile çevrilmiş, tekrar baskıları yapılmıştır.

Kapaktaki eser (detay): Victor Vasarely, “Oervegn Kek”, 1970, Özel Koleksiyon.

Sanat Yoluyla Görsel Keşif

I

Bütün sanatlar, terimi burada kullanmayı önerdiğim anlamıyla görsel keşifle ilgili değildir. Müzelerimiz, kuşatıcılığı açısından doğadaki canlılar dünyasının varlıklarıyla yarışan çeşitlilikte göz kamaştırıcı ve şaşırtıcı imgeler sunarlar bize. Bu imgeler arasında balinalar ile sinekkuşları, dev canavarlar ile zarif süsler, insanoğlunun farklı kültürler ve farklı iklimlerdeki düşlerinin ve kâbuslarının ürünleri yer alır. Ne var ki, bu yerkürede yalnızca iki kez, Eski Yunan’da ve Rönesans Avrupası’nda, sanatçılar sistematik olarak, birkaç kuşak boyunca, imgelerini görülür dünyaya adım adım yaklaştırmaya ve gözü aldatabilecek benzerliklere ulaşmaya çalışmışlardır. Birçok eleştirmenin bu başarıya duydukları hayranlığın yüzyılımızda eski coşkusunu yitirdiğinin farkındayım. Beğenileri ilkel ve arkaik sanata doğru yön değiştirdi. Bu tercihin bir başka incelememde1 dönmeyi umduğum yerinde ve ilginç gerekçeleri var, ama beğeni başka şey, tarih başka. Antikçağ dünyası elbette sanatın evrimini temel olarak teknik bir ilerleme gibi, sanatın temeli kabul edilen mimesis [“taklit etme”] becerisine egemen olma gibi görüyordu. Rönesans’ın ustaları da bu konuda farklı düşünmüyorlardı. Leonardo da Vinci yanılsamanın bu değerinden ne kadar eminse, Rönesans sanatının en etkili tarihçisi Giorgio Vasari de o kadar emindi: Vasari, doğayı doğru yansıtmanın evrimini irdelerken, resmin kusursuzluğa doğru gelişmesini betimlediğini veri kabul ediyordu.2 Söylemeye gerek yok: Batı sanatında bu evrim, Rönesans’la son bulmamıştır. Sanat yoluyla gerçekliğe egemen olma süreci, hızı değişerek, en azından 19. yüzyıla kadar sürmüş ve İzlenimcilerin verdikleri savaşlar, bu konu, yani görsel keşifler meselesi üzerine verilmiştir.

Bu anlatılanlarda bir nokta dikkati çekiyor ve psikolojik bir açıklamayı gerektiriyor. O da şu: Bu görsel gerçekliği taklit etme, son derece karmaşık, hatta son derece ele avuca gelmez bir mesele olsa gerek; öyle olmasa, inceliklerini öğrenmek için yetenekli ressamların kuşaklar boyunca çaba göstermesi gerekir miydi? Sanat ve Yanılsama adlı kitabımda,3 bu muammayı açıklığa kavuşturmak amacıyla, görsel algılama ile resimsel temsil arasındaki ilişkiyi irdelemeye çalıştım. Bir kez daha durum değerlendirmesi yapmanın ve bazı yeni düşünceleri sunmanın zamanı gelmiş olabilir. Araştırmalarımın sonuçlarını, sunuldukları biçimiyle yadsımak için herhangi bir neden görüyor değilim. Aslına bakılırsa, o oldukça el yordamıyla ilerleyen sunumu irdelemiş olan okur, buradaki bazı ana çizgileriyle özetlemelere katlanmak zorunda kalabilir. Ama sanırım bugün açıklamalarımdan bazılarını, herkesin erişebileceği bir deneyime daha sıkıca bağlayarak daha anlaşılır kılabilirim. Kitaba bugün başlayacak olsam, savımı anımsama-tanıma ayrımı çevresinde kurardım.

Tanımanın sanat açısından önemi konusunda, saygın bir otoritenin –üstelik, doğalcı resimlerin hâlâ şaşkınlık yarattığı bir dönemde yazmış bir otoritenin– sözlerini alıntılayabilirim. MÖ 4. yüzyılda yazan Aristoteles, Poetika’sında “taklit etme”nin niçin insana zevk verdiğini, niçin gerçek yaşamda gördüğümüzde acı verici bulduğumuz şeylerin kusursuz kopyalarına bakmaktan zevk duyduğumuzu ele alır. Aristoteles, bu zevki insanın doğuştan gelen öğrenme sevgisine bağlar; bu zevk, kendisinin de nazikçe kabul ettiği gibi, meslekten filozoflarla sınırlı değildir. “Benzerlikleri görmekten zevk almamızın nedeni, bakarken her benzerliğin ne olduğunu –şu, falanca şeydir, gibi– öğrenip çıkarsamamızdır.” Başka bir deyişle, zevk, tanımanın getirdiği zevktir. Doğalcı resim, tuval üzerinde boyayla oluşturduğumuz düzenlemeler yoluyla, bildik dünyayı tanımamızı sağlar. Aristoteles ve çağdaşlarının aksine, biz bu deneyime artık heyecan duymayacak kadar alışmış olsak gerek. Ama durum tersine çevrildiğinde, birçoğumuz hâlâ tanımanın zevkini duyar ve gerçek bir sahne karşısında birden “bu bir...” –bir Whistler belki ya da bir Pissarro– diye haykırırız.

Şurası açık: Tarihçiler olarak, bu ikinci deneyime ilki yoluyla yaklaşmak zorundayız. Çünkü Whistler ya da Pissarro, tuvallerinde görülür dünyanın tanınabilir imgelerini yaratamasalardı, biz de onların imgelerini doğada tanıyamazdık.



Benzer Kitaplar


Yazarın Diğer Kitapları