Efsaneler Diyarı – Ejderler, Ecinniler, Gulyabaniler ve Cümle Yaratık
ISBN: 978-975-08-2362-6
Tekrar Baskı: 2. Baskı / 02.2017
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 10.2012
Resimleyen: Aysu Koçak
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 144 |
Boyut | : 16.5 x 22 cm |
Tekrar Baskı | : 2. Baskı / 02.2017 |
“Efsaneler Diyarı – Ejderler, Ecinniler, Gulyabaniler ve Cümle Yaratık”
Filiz Özdem, Yeni Dünya’dan Eski Dünya’ya bütün yeryüzünde dolaştığı, insanlığın yaratılış efsanelerinden şehir efsanelerine renkli bir yelpaze sunduğu Yeryüzünde Binbir Efsane kitabının ardından şimdi de “Efsaneler Diyarı – Ejderler, Ecinniler, Gulyabaniler ve Cümle Yaratık” kitabında “korku”ya odaklı efsane ve masallara yer veriyor. Bu kitapta da metinlere Aysu Koçak’ın gözalıcı resimleri eşlik ediyor.
Filiz Özdem, insanoğlunun binyıllardır anlatılagelen kahramanlık hikâyelerinin özünü oluşturan güçlü olma arzusunun temelinde var olan, insanın kadim duygularından “korku”nun izini sürerken, Kızılderili efsanelerinden İskandinav efsanelerine, Antik Yunan mitolojisinden Keloğlan masallarına kadar çokrenkli bir masal kültürünü okurla buluşturuyor.
İnsanın karanlık coğrafyasına açılan bu kapıdan içeri adım atmak isteyenler düşgücünün sınırlarını sınayan çarpıcı bir efsaneler ve masallar dünyasıyla karşılaşacak…
Bulut Yiyen
Kimsenin tarihini hatırlamadığı kadar eski zamanlarda, hep uğultular işitilen yüksek bir dağda bir canavar yaşarmış. Bu canavar, dağın tepelerinden ufku seyrederek günlerini geçirir, zaman bir türlü geçmek bilmezmiş. Rüzgârın uğultusu, kendisini daha yalnız hissetmesine neden olurmuş. Güneş doğup batar, yıldızlar çıkar, sonra yine güneş doğar, hep aynı şey tekrarlanıp dururmuş. Tabiatın, geçen mevsimlerle birlikte yaptığı gösterilere, daha küçükken elbette çok hayranlık duyarmış. Ama yıllar geçtikçe, hep aynı döngüye tanık olmaktan, kimsesizliğinden fena halde canı sıkılmaya başlamış.
Canavar, bir gün iç sıkıntısıyla öyle bir “Of!” çekmiş ki, rüzgârlar birbirine karışmış; bu karışıklıkta bir sürü bulut uçuşmaya başlamış. Çeşitli şekillere giren bulutları görünce kahkahalarla gülmeye başlayan canavar ağzını öyle açmış ki, bulutlar kendiliğinden, karanlık bir mağara gibi görünen ağzına kaçmış.
İşte, canavarın bulut yeme oyunu böyle başlamış. Bulutları yutmakla eğlenen canavar, oynamaktan yorgun düşünce kıvrılıp bir kayanın kenarına yatıyor, mışıl mışıl uykuya yatıp rüyalara dalıyormuş.
Canavarın artık hiç canı sıkılmıyormuş sıkılmasına, ama her gün yediği bu sayısız bulut yüzünden gitgide şişmanlamış, yere göğe sığamaz olmuş. Cüssesi öyle büyümüş ki, yöre halkı onun yaşadığı dağa baktığında, bir tepe eklenmiş gibi dağın büyüdüğünü görüyormuş. Elbette, sorun sadece bununla kalmıyormuş. Canavar gökyüzündeki bulutları yuttukça, yeryüzüne yağmur yağmaz olmuş. Çıplak gökyüzünde parlayan güneş, ısısıyla bütün ekinleri kavurmaya başlamış; yöredeki göllerin, nehirlerin suyu çekilmiş, kuraklık baş göstermiş. Bütün otlar ve ağaçlar kurumuş, hayvanlar ve insanlar açlığın pençesine düşmüş.
Bunun üzerine insanlar, canavardan kurtulmazlarsa sağ kalamayacaklarını anlayıp aralarında ne yapabileceklerini konuşmaya başlamış. Ama canavardan kurtulmak da cesaret ve zekâ isteyen bir iş olduğu için bir türlü çare bulamıyorlar, boşa koyuyorlar dolmuyor, doluya koyuyorlar almıyormuş.
Bir gün, ninesi ile babasının bu konuda dertleştiklerini işiten Ahaiyuta ninesine, “Ben büyük dağa gidip canavarın hakkından geleceğim!” demiş.
Torununun cesaretinden duygulanan, karıncaların ve kuşların dilinden anlayan, bitkilerle yârenlik eden ihtiyar bilge kadın, “Peki, ben de sana bellediğim her şeyi anlatacağım o halde. Canavarı haklamak için, sadece ok ve yay yetmez!” demiş.
Torununu bu kahramanca ve zorlu yolculuğa hazırlayan kadın, ona dört tane renkli tüy vermiş. Kırmızı tüy doğru yolu göstermek içinmiş. Siyah tüy, gerekli gücü verecek, onu güçlü bir düşmanın karşısında âciz kalmaktan koruyacakmış. Mavi tüy, bütün hayvanların dilinden konuşmasını; sarı tüy ise, gerekirse bir karınca kadar küçülebilmesini sağlayacakmış.
Ahaiyuta, ninesinin öğütlerini can kulağıyla dinlemiş, yayını kuşanmış, efsunlu tüyleri alıp yola çıkmış. Yol boyunca gördükleri, onun kararlılığını bilemiş, cesaretini artırmış. Kısa bir süre öncenin verimli tarlaları sapsarı kesilmiş, ihtiyarlar gibi belleri bükülmüş kuru ağaçların dallarına tüneyen zayıf kuşların kanatlarını açıp da uçacak mecali yokmuş, açlıktan ayağa kalkamayan hayvanların birbirlerini kovalayacak güçleri kalmamış ve ortalık yerde yarı uyuklar halde umutsuz ve bezgin çeşit çeşit hayvan yatıyormuş. İyiden iyiye kuruyan toprağın üstünde açılan yarıklar, insanı yutacak kocaman ağızlara benziyormuş.