Çokkültürcülük: Tanıma Politikası
Yazar: Charles Taylor
Kategori: Cogito
ISBN: 978-975-363-540-0
Tekrar Baskı: 5. Baskı / 05.2018
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 05.1996
Hazırlayan: Amy Gutmann
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 175 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
Tekrar Baskı | : 5. Baskı / 05.2018 |
Çokkültürcülük – Tanınma Politikası, dünya ve Türkiye gündeminin çok önemli bir maddesini, kuramsal ve eylemsel temellere oturtarak tartışmaya açıyor.
Liberal demokratik yönetimler, bir toplum içindeki farklı kültürel gelenekleri ve onların değerlerini tanımalı mı? Bu tanınma, azınlık kültürlerine ayrıcalıklar getirmeli mi? Yoksa “iyi olan kazansın” diyen devlet, insan haklarını koruma çizgisine çekilmeli, ötesine karışmamalı, kültürlerin yaşam savaşımlarında tarafsız mı kalmalı?
Charles Taylor kendi makalesinde bu ve buna benzer soruları soruyor, yanıtlar arıyor; Appiah, Gutmann, Habermas, Rockefeller, Walzer ve Wolf ise, Taylor’ın makalesinden hareketle, eğitim, feminizm, kültürel ayrımcılık, anayasal devlet ve etik sorunlar gibi bağlamlarda, “tanınma politikası”nı irdeliyor. Levent Köker, kitabın Türkçe baskısına önsöz yazdı.
Charles Taylor: Kimlik/Farklılık Sorununa Sahici Demokratik Çözüm Arayışı
Levent Köker
Günümüz dünyası, ulusal ve uluslararası ölçeklerde, birbiriyle çelişkili iki süreci aynı anda yaşamaktan kaynaklanan bir dizi tartışmaya sahne oluyor. Bir yanda ulus-devletin bir siyasal örgütlenme modeli olarak meşruluğu aşınma sürecine girmişken, diğer yanda etnik ve/veya dinsel temelli milliyetçilik dalgasının siyasal etkileri dünya ölçeğinde artarak hissediliyor. Ulus-devletin yaşamakta olduğu meşruluk aşınması, örneğin ileri sanayi toplumlarında, ulus-devlete özgü, farklı yaşam pratiklerinde varlığını duyuran kültürel mensubiyet özelliklerine kapalı, “türdeş” yurttaşlık anlayışına dayanan kamu alanını kültürel farklılıklara duyarlı ve saygılı bir açılım içine girmeye zorluyor. Buna karşılık, yine örneğin eski Sovyetler Birliğinin egemenlik alanı içinde kalan toplumlarda, bir kültürel birlik olarak, ulus ile siyasal iktidarın meşruluk zemininde yeniden birleşmesini hedefleyen milliyetçilik akımları etkilerini artırıyor.
Çağımızın önde gelen ahlak ve siyaset felsefecilerden olan Charles Taylor, özellikle son zamanlardaki çalışmalarıyla bu çelişkili oluşumlar hakkındaki değerlendirme ve katkılarıyla, öne çıkmış olan bir düşünürdür. Özellikle ahlak ve siyaset felsefesi alanındaki bu katkıların en iyi ve özlü ifadesi, herhalde, Taylor’ın felsefesini eleştirel bir sorgulamaya tabi tutma amacını güden bir derlemenin başlığıdır: “Bir Çoğulculuk Çağında Felsefe”.1
Bu başlıkta yer alan anahtar sözcük “çoğulculuk”. Siyaset teorisinde alışılagelmiş anlamıyla çoğulculuk, toplumsal ve siyasal hayatta farklı toplum kesimlerinin örgütlü bir biçimde siyasal kararalma süreçlerine katılmaları, etkide bulunmaya çalışmaları biçiminde anlaşılmıştır. Birden çok siyasal partinin iktidarı ele geçirmek için seçmenler önünde yarıştığı temsili demokratik sistemler, siyasal iktidarın kararlarını temsil ettikleri toplum kesimlerinin çıkarları doğrultusunda etkilemeyi amaçlayan baskı gruplarının da varlığını meşru olarak tanımış olmakla, böylesi bir çoğulculuğun ideal tipini oluşturmuşlardır.
Taylor felsefesinin içerdiği çoğulculuk anlayışı ise bundan farklıdır. Bu fark, insan haklarına dayalı anayasal demokratik devletin çok-partili ve çok-baskı gruplu yapısındaki çoğulculuğun sınırlarını aşmaktadır. Yerleşik demokratik rejimlerde, belirtilen bu anlamdaki çoğulculuğun bazı sınırları vardır. Bunlar fiziki ve sembolik olarak ikiye ayrılabilir. Fiziki sınırlar, temsili demokratik rejimin içinde yer aldığı ulus-devletin ülkesidir. Sembolik sınırlar ise, siyasal karar-alma süreçlerine katılma iradesi gösteren birey ve grupların ulus-devletin meşruluk çerçevesini oluşturan “ulusal kültür” içinde tanımlanmaya çalışılan türdeş yurttaşlık anlayışı ile belirlenmektedir. Bir deyişle, bilinen yerleşik biçimleriyle siyasal katılma, birey ve grupların ancak “yurttaş” olarak, yani tanımlanmış ulusal kültüre mensubiyet çerçevesinde yapabilecekleri bir faaliyettir. Çoğulculuğun buradaki sınırı, ekonomik çıkar kavramıyla belirlenen ve kültürel farklılıkların siyasal alana yansıtılmasını engelleyen bir işleve sahiptir.