Bir Darbeci Subayın Anıları – 27 Mayıs Öncesi ve Sonrası
Yazar: Adnan Çelikoğlu
Kategori: Tarih
ISBN: 978-975-08-1793-9
Tekrar Baskı: 3. Baskı / 03.2021
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 05.2010
Hazırlayan: Ergin Konuksever
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 256 |
Boyut | : 16.5 x 24 cm |
Tekrar Baskı | : 3. Baskı / 03.2021 |
“Bana göre 27 Mayıs, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde özel bir yere sahiptir. Her olayda olduğu gibi iyi ve kötü tarafları olacaktır. Saklamadan yazalım ve ancak o zaman tarihi yazanlar, doğruyu bulurlar.”
“1960’tan sonra gelişen olaylar 22 Şubat, 21 Mayıs ve hatta bazı kişilerin iddiasına göre 12 Mart, 12 Eylül, yalnızca Aydemir’in kabahati olamaz. 27 Mayıs’tan sonra meydana gelen 22 Şubat ve 21 Mayıs olaylarında, komitenin kurulmasında yapılan hataların ve sonradan parçalanışının büyük etkisi vardır. Eğer genel eğilim olmasaydı, Silahlı Kuvvetler Birliği kurulur, başına Genelkurmay başkanı geçmez miydi?
Bu olayların kusurunu Aydemir’e yüklemek büyük yanlış olur. Ama şunu da söyleyeyim ki, merhum Aydemir bu hareketleri kendisinin yaptığını kabul etmek için canını verdi. Komite kendi yaptığı anayasayı kaldırmış ve kendi meşruiyetini kendi yıkmıştır. Bu olayların ordu safları arasında karışıklık yaratmaması imkânsızdı. Komite siyasi partilere teslim olmuş, kurucu meclisle pazarlık gücünü kaybetmişti. Bu durumda Komite’ye sahip çıkmak görevi Silahlı Kuvvetler Birliği’ne düşmüştü…
ÇOCUKLUĞUM
Çocukluğum, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı içinde doğan nesiller gibi İmparatorluk ’tan, Cumhuriyet’e geçiş döneminin büyük sıkıntıları içinde geçti. Bu neslin vatan ve millet anlayışı ve herbirinin memleketin kaderi üzerindeki etkileri bu yılları yaşamış olmanın sonucudur. Sözünü ettiğimizbu nesil 1950’den sonra Türkiye yaşamında görev almış kişilerdir.
Kurtuluş Savaşı ve Mustafa Kemal olayını yaşamışlar, salıncakta o günün ninnileriyle büyümüşler, okulda öğretmenlerinden, evde baba, dede, dayı ve amcalarından aynı konuları işitmişler, onların çektikleri ıstırabı tanımışlardır. Öğrenimine askeri okullarda devam edenler, imparatorluğun çeşitli cephelerinde çarpışmış subayların komutasında yetişmişlerdir.
Bütün bu eğitimin odak noktası, Atatürk’tür. Atatürk kurtarıcıdır, Atatürk başkomutandır, Atatürk Cumhurbaşkanıdır, Atatürk yaşamın her safhasındadır. Aynı zamanda Atatürk Harbiye’den çıkmıştır. Yani Harbiyeli’dir. Memleketi kurtarmış, bu vatanı bize emanet etmiştir.
Atatürk’ün söylevleri herkesin ezberindedir. Bilhassa ordu için söylediği sözler Harbiyeli’nin gurur kaynağıdır. Cumhurbaşkanlarından “ikinci sınıftaki Harbiyeli, birinci sınıfa nazaran Cumhurbaşkanlığına bir yıl daha yaklaşmıştır” sözlerini dinlemiştir.
1900’lü yılların başından ilk yarısına kadar gerek imparatorluğun gerek Cumhuriyet’in yönetiminde askerler daima birinci sırada yer almışlardır. Biz1940 yılında orduya katılırken Atatürk gibi görüyorduk kendimizi. 1938 yılında Atatürk’ün ölümüne kadar olan zaman içinde, Cumhuriyet’in faydaları ve zarureti hakkında büyük propoganda yapıldı. Dışa kapalı, kendi içinde kapalı, muhalifi olmayan bir rejim gençliğimizi şekillendirdi.
Vatanı kurtaran ve bize bu imkânları sağlayan Atatürk sevgimizdoruğa ulaşmıştı. Cumhuriyet’in 10’uncu yılında büyük şenliklere bütün millet içten katılmıştı.
Çocuk beyinlerimizde teşekkül eden Atatürk’ü ancak 1934 yılında görme imkânı buldum. İzmir’e gelmişler ve bugünkü KızLisesi binasının balkonunda bir konuşma yapmışlardı. Bizde herhalde karşılama için orada bulunuyorduk. GördüğümüzAtatürk bizim için erişilmesi güç bir ilahgibi idi. Sevgimizve saygımızın daha da güçlendiğini hissediyordum.
Balkan Savaşı, Büyük Harp ve Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmış olan memleket fakir düşmüştü ve millet zaruret içinde kıvranıyordu. Ama geleceğe ümitle bakıyor, sessizbir gayretle geçinmeye çalışıyordu.
İsmet Paşa hükümetinin; İzmir suikasti, Menemen olayları, Ağrı ve Dersim isyanları dolayısıyla takip ettiği şiddet politikası, muhalifleri sindirmişti. Buna rağmen bilhassa şapka inkılabında pasifmukavamet teşebbüsleri olduğunu söyleyebilirim.
Babam küçük bir memurdu. Doğduğum ilçede birazarazimizvardı, geçinebiliyorduk. İlkokulu bitirdikten sonra ortaokul için İzmir’e taşınmak zarureti doğdu. Babam 50 lira maaşla İzmir’e tayin oldu. 18 liraya Damlacık semtinde bir ev tuttuk, üç kardeş okuyorduk. O evrede çektiğimizsıkıntıyı tarifetmek ve anlamak şimdilerde çok zor.
Üzüm, tütün, zeytin gibi değerli ürünler çıkaran ve iyi fiyatla satan İzmir, 1929 büyük krizinden çok zarar gördü. Üzüm, incir ve tütün satılmadı. Buğday 5 kuruşa indi, köylü ve serbest meslek sahipleri çok zor duruma düştü. Bu durum İzmir’de birçok firmanın iflas etmesine sebep oldu. Türkiye’nin diğer yörelerine göre daha iyi yaşama koşullarına sahip olan Ege bölgesi halkı 1930 ve ondan sonraki yıllar büyük sıkıntılar çekti.
Memleketin bu durumu, eline azda olsa para geçtiği için, memur olma isteğini ve parasızyatılı okullara gitme eğilimini doğuruyordu. Onun için ben de yatılı okula giderek aileme katkıda bulunacağımı düşünüp askeri okula girmeye karar verdim. Bu karara tek başına ekonomik nedeni göstermek haksızlık olur. Bu arada bizden evvel askeri liselere giden ve tatile gelen arkadaşlarımızın kılık kıyafetleri, parlak palaskalarının da etkisi olmadığını söyleyemem.
O tarihte İstanbul’da Kuleli, Maltepe ve Bursa’da Işıklar Askeri Liseleri vardı.
Askeri liseler, Erzincan ve Konya okullarından gelen askeri ortaokul öğrencileri ile sivil ortaokullardan çıkan öğrencileri alıyorlardı. O günlerde Amerikalılar daha Türkiye üzerinde etkin olmadıklarından testler henüzkonmamıştı ve öğrenci azolduğundan bir seçme yapmaya gerek duyulmuyordu. Askeri öğrenci olmak için sağlık muayenesinden sağlam raporu almak yeterli idi.
Maltepe Askeri Lisesi müdürü (komutanı) Kur. Alb. Adil Türer İzmirli idi. Bu nedenle İzmirli öğrencilerin bu okula kaydı ve kabulü daha kolay oluyordu. Askeri liseye, askeri ortaokullardan gelen öğrenciler, daha tecrübeli ve sivil okullardan gelenlerden daha kıdemli oluyorlardı. Bizlere kayd-ı kabul derler ve küçük görürlerdi. Bizim onlara nazaran, noksan taraflarımızvardı. Onlar askeri tavır ve harekete alışıktılar, giyim ve kuşamı daha iyi biliyorlardı. Giderek ileriki sınıflarda, bu fark doğal olarak ortadan kalkıyordu.