Sanat ve Sanatçılar Üzerine
ISBN: 978-975-363-357-2
Tekrar Baskı: 7. Baskı / 04.2016
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 04.1995
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 360 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
Tekrar Baskı | : 7. Baskı / 04.2016 |
“Sanat ve Sanatçılar Üzerine”
Sanat ve sanatçılar üzerine, psikanaliz yöntemiyle bilinçdışı süreçlerin insan davranışlarına ve kişilik oluşumlarına etkisi konusunda getirdiği açıklamalarla, hala gündemde olan Freud’un eserlerinin önemli bir bölümünün bir araya getirildiği ‘Studienausgabe’nin X. cildinden seçme metinlerden oluşuyor.
I. Bölüm
Normal olarak çalışmalarına hastaları konu alan ruh hekimliği insan soyunun yetiştirdiği büyük kişilerden biri üzerine eğilmeye kalktı mı, işin içinde olmayanların ileri sürdüğü nedenlere dayanarak yapmaz bunu; “çalışması, ışıldayıp duran bir şeyi karanlığa boğmak, yüce bir nesneyi toza toprağa bulamak amacına yönelik değildir.” İnceleme konusu yaptığı seçkin kişilerdeki mükemmellikle sıradan kişilerin kırık döküklüğü arasındaki uzaklığı küçültmek ruh hekimliğine bir doyum sağlamaz. Örnek kişilerde karşılaştığı birtakım dışavurumları anlayıp kavrama çabasına değer vermeden de yapamadığı içindir ki, bu kişilere el atar ruh hekimliği: Kanısınca, hiç kimse sağlıklı ve sayrısal (patolojik) eylemleri aynı amansızlıkla egemenliği altında tutan yasalara boyun eğmenin kendisini utandıracağı kadar büyük değildir.
İtalyan Rönesansı’nın yetiştirdiği en büyük adamlardan biridir Leonardo (1452-1519). Daha yaşarken çağdaşları kendisine hayranlık duymuş, bugün bizler gibi onlar da üstada bilmecemsi bir gözle bakmışlardır. “Sınırları yalnızca sezilip bir türlü saptanamayan” bu alabildiğine çok yönlü dâhi, çağını en başta ressamlığıyla etkilemiş, ama onun sanatçılığından ayrı doğa bilgini (ve teknisyen) kimliğiyle de büyüklüğünü ortaya çıkarmak ancak bizlere nasip olmuştur. Her ne kadar resim alanında bizlere üstün eserler bırakmışsa da, bilimsel bulgulamaları yayımlanmadan ve değerlendirme konusu yapılmadan kalan sanatçının gelişim sürecinde bilim adamı kişiliği sanatçı kişiliğine hiçbir zaman tam bir özgürlük tanımamış, üstadın çalışmalarına çokluk ağır kısıtlamalarla karşı çıkmıştır, hatta sonunda belki düpedüz geri plana itmiştir bu çalışmaları. “Tanrı’yı ve insanları aşağıladığı, sanatta hiçbir zaman üzerine düşeni yapmadığı” gibi bir suçlamayı yaşamının son saatinde Leonardo’nun kendi kendisine yönelttiğini anlatır Vasari.
Vasari’nin ne iç, ne de dış bakımdan bir olasılık taşıyan açıklaması, daha sağken esrarengiz üstadın çevresinde örülmeye başlayan efsanenin bir parçasıysa da, o günkü zamanın ve o gün yaşamış insanların Leonardo’ya ilişkin yargısını belgelemesi bakımından bir değer taşımaktadır.
Leonardo’yu, bu büyük sanatçıyı anlamaktan çağdaşlarını alıkoyan ne olmuştu acaba? Yeni bir müzik aleti yapıp il Moro lakabıyla tanınmış Milano Dükü Lodovico Sforza’nın sarayına lavtacı göreviyle atanmasını sağlayan ya da düke o yadırgatıcı mektubu yazıp inşaat ve savaş mühendisliği alanındaki becerilerinden ötürü kendini övmesine yol açan yetenek ve bilgilerindeki çok yönlülük değildi bu neden; çünkü tek kişide çeşitli becerilerin bir araya toplanmasında, Rönesans dönemi için kuşkusuz yadırganacak bir taraf yoktu. Gerçi Leonardo en seçkin örneklerinden biriydi bu kişilerin; ama doğanın dış görünüm bakımından kendilerine biraz eli sıkı davrandığı, dolayısıyla yaşamın dış biçimlerini hiç önemsemeyen ve kasvetli ruh durumlarından ötürü insanlarla düşüp kalkmaktan kaçan dâhi tiplerden de değildi. Boylu bosluydu Leonardo; endamlı bir vücudu, eksiksiz güzellikle donatılmış bir yüzü, olağanüstü fiziki bir gücü vardı; insanlarla görüşüp konuşmalarından büyüleyici bir etki taşardı; söz ustasıydı; şen ve herkese karşı nazikti. Çevresindeki nesnelerin güzelliğine tutkundu. Görkemli giysilerden hoşlanır, yaşayış biçiminde inceliklere önem verirdi. Ressamlığa ilişkin incelemesinin, hayatın tadını çıkarmadaki yeteneği için ilginç bir yerinde bu sanatı kardeş sanatlarla karşılaştıran Leonardo, heykeltraşın çalışmasındaki güçlükleri sayıp döker; “Bakarsınız, yüzü baştan aşağı sıvaşıktır, mermer tozuyla pudralanmıştır iyice; öyle ki, kendisini bir fırıncı sanırsınız. Üstü başı küçük mermer parçacıklarıyla tepeden tırnağa örtülmüştür; öyle ki, kar yağmış dersiniz üzerine. Ayrıca, yattığı yer mermer kıymıklarından ve mermer tozundan geçilmez. Ressamda ise bunun tam karşıtıdır durum... çünkü ressam büyük rahatlıkla yapıtının karşısına geçer, güzelim bir giysi giymiştir, gönül okşayan boyalara daldırdığı tüy kadar hafif fırçasını tuvalde sağa sola gezdirir. Dilediği gibi giyinip kuşanır. Yatıp kalktığı yere gelince, güler yüzlü resimlerle bezenmiştir ve ışıl ışıl parıldar temizliğinden. Çokluk evine konuklar gelir, sazlar çalınıp güzel güzel kitaplar okunur; çekiç seslerine ve benzeri gürültülere yer yoktur burada, çalınıp söylenen eserler büyük bir zevkle dinlenir.”
İçi neşeyle dolup taşan ve yaşamın tadını çıkarmaya bakan bir Leonardo tasarımından, üstadın yaşamındaki yalnızca ilk uzunca dönem için rahatlıkla söz açabiliriz. Ama söz konusu dönemi Lodovico Moro saltanatının çöküşü izleyerek üstadı Milano’dan, yani çalıştığı çevreden uzaklaşmak, sağlam işini bırakıp Fransa’da kendisine bir barınak bulana kadar pek başarıları içermeyen gezginci bir yaşam sürmek zorunda bırakmış, bu belki üstadın ruhundaki parlaklığın solmasına, doğasında yer alan bazı yadırgatıcı özelliklerin daha bir belirginlikle gün ışığına çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca, ilgi alanında başgösterip yıldan yıla büyüyen değişiklik, yani sanattan bilime yöneliş, üstatla çağdaşları arasındaki uçurumun giderek derinleşmesine ister istemez katkıda bulunmuştur. Örneğin, sınıf arkadaşı Perugina gibi sipariş üzerine harıl harıl resimler yapıp para kazanacakken boşuna vakit harcadığı denemeler, çağdaşlarınca kapris eseri oyunlar olarak değerlendiriliyor, hatta “büyücülük” ile ilgilendiği gibi bir kuşkunun da kendisine karşı beslenmesine yol açıyordu. Bugün elimizdeki notlarına bakarak Leonardo’nun ne gibi uğraşlar ardında koştuğunu bilen bizler, bu konuda üstadı daha iyi anlayabilmekteyiz. Kilisenin otoritesini giderek antikçağın otoritesine bırakmaya başladığı, ama hiçbir önkoşul tanımayan özgür araştırma döneminin de henüz açılmadığı bir zamanda bu öncü kişi, hatta öncülükte Bacon ve Kopernik’ten hiç de aşağı sayılmayacak Leonardo, zorunlu olarak yalnızlığa itilmiş durumdaydı. At ve insan kadavralarını kesip biçmek, uçmayı sağlayacak araçlar yapmak, bitkilerin nasıl beslenip çeşitli zehirlere karşı nasıl bir tepki gösterdiğini incelemek, kuşkusuz onu, Aristoteles açımlayıcılarından enikonu uzaklaştırarak horlanıp aşağılanan alşimistlere yaklaştırmıştı; çünkü bu uygunsuz zamanlarda deneysel araştırmalar alşimistlerin laboratuvarlarında en azından kendilerine sığınacak bir köşe bulmuştu.
Söz konusu uğraşlar Leonardo için, fırçayı gönülsüz ele alma, giderek daha seyrek resim yapma, başlanmış bir çalışmayı çokluk bitirmeden bırakma ve yaratılan eserlerin akıbetini pek umursamama gibi bir sonuç doğurmuştu. Üstadın sanatla ilişkisi kendileri için hep bilmece niteliğini koruyan çağdaşlarının suçlaması da bu sonuca yönelikti.
Leonardo’nun ilerideki hayranlarından pek çoğu, onun doğasındaki bu kararsızlık lekesini silip atmaya çalışmış, üstatta suçlama konusu yapılan durumu, büyük sanatçılarda karşılaşılan genel bir özellik olarak görmüştü. Tuttuğunu koparıp işine dört elle sarılan Mikelanj da eserlerinden çoğunu yarım bırakmıştı nihayet ve bu da yine onun suçu değildi. Hem Leonardo’nun kendi açıklamalarına bakmak doğru sayılmazdı; üstadın eserlerinden pek çoğunun bitirilmediği söylenemezdi; çünkü dışarıdan şaheser diye bakılan şey, sanatçı için kafasında yapmayı tasarladığı eserin her zaman yetersiz bir kopyasıydı. Bütün bunlar bir yana, en çok sakınılması gereken şey, ileride eserlerinin başına geleceklerden sanatçıyı sorumlu tutmaktı.
Üstadı aklatmaya yönelik bu çabaların kimisi ne denli sağlam temellere oturtulmuş olursa olsun, Leonardo’daki durumu bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktan uzaktır. Yaratılan eserlerle çileli bir boğuşma, sonunda eserden kaçarak onun akıbetine karşı takınılan umursamaz tutum diğer pek çok sanatçıda da karşımıza çıkar; ama böyle bir tutuma Leonardo’da alabildiğine sık başvurulduğunu görmekteyiz. Edm. Solmi (1910, 12) üstadın öğrencilerinden birinin şu sözlerini aktarır: Pareva, che ad ogni ora tremasse, quando si poneva a dipingere, e però non diede mai fine ad alcuna cosa cominciata, considerando la grandezza dell’ arte, tal che egli scorgeva errori in quelle cose, che ad altri parevano miracoli. Öğrenciye göre, Leonardo’nun son tabloları olan Leda, Madonna di Sant’ Onofrio, Baküs ve San Giovanni Battista giovane tamamlanmadan kalmıştır; come quasi intervenne di tutte le cose sue... Son Yemek’in bir kopyasını yapan Lomazzo, Leonardo’nun bir resim üzerinde sonuna kadar çalışıp onu bitirmedeki güçsüzlüğünü şu soneyle belirtir:
Protogen che il penel di sue pitture
Non levava, agguaglio il Vinci Divo,
Di cui opra non è finita pure.