YKY - Yapı Kredi Yayınları
Sepet Ürün bulunmaktadır.
Kesik Hava

Kesik Hava

Yazar:

Kategori: Edebiyat, Öykü

ISBN: 978-975-08-1557-7

YKY'de İlk Baskı Tarihi: 02.2009

400.00 TL ve üzeri alışverişlerinizde kargo ücretsiz.

YKY İnternet Satış Fiyatı
6.25 TL    Etiket Fiyatı : 8.33 TL
TÜKENDİ

Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.

Genel BilgilerTadımlık
Sayfa Sayısı: 128
Boyut: 13.5 x 21 cm

“Kesik Hava”

Yaşadığımız günlerden süzülmüş yirmi yeni öykü:
Ecel Teri, Elektrik Dünyası, Sırtı Dönük Kadınlar, Köse’nin Yeri, Rutubet Hanım, Seğirdim Yolu, Kesik Baş, Tanrı’nın Gölgesi, Bomonti Bira Bahçesi, Üç Azap, Kar Körü, Ölü Atların Ruhu, Kesik Hava, Günahkeçisi, Çorba, Alis, İt, Allah Vergisi, Yok Diyen, Geri Bildirim.

Şklovski’ye uyup, aşktan söz etmek yerine havadan sudan dem vurmalı, kimi öykülere ürkütmeden yaklaşabilmeli. Boş dönmeye tahammülü olmayan aç bir panterin, daha çabuk, daha kısa koşarak yakalayabilmek için uzaktan geçiyormuşçasına sakin, ilgisiz gözlerle avının çevresinde dolanmasına benzer bir biçimde.
Av belliyse, “gerisi hikâye”dir.

Ecel Teri

İkindi güneşi altında cadde birden yellendi, bulutlar hızlandı, yağmur serpelemeye başladı. Sessiz, kimseyi rahatsız etmeden kıyı bucak yağıp geçecekken niyeti bozdu, şiddetlendi, insafsızca, hıncını çıkarırcasına tepindi yerde.
Kış karanlığı çökecek, cadde puslanacak sandım. Hayır, gökkuşağı gibi insanı hayran bırakan bir karasarı renk indi gökten. Az önce güneşte kavrulan cadde hardal rengine, daha da güzeli, tavada köpürmüş sapsarı tereyağı buğusuna büründü. Yağmur şelale tozu gibi inceldi, soğuk ter oldu aktı.
Güneş mi yağdı, yağmur mu?
Limon gibi sıkıldı gök.
Göğün zırvalaması, başka bir şey değil. Zaten kimse aldırmadı, havasını bozmadı; ne kaçan oldu ne hızlanan. Herkes şemsiyesiz, herkes yalnızdı oysa. Gidenler gitmiş, geride dört duvar bırakmıştı. O kadar ama, daha ötesi kurcalansa bile ancak kahve köşesinde oturmaktan sıkılmış bir seyyar sebzeci sıkıntısı çıkar. O kadar.
Başlar omuzlara gömüldü, iri kuşlar gibi. Gömlekler, tişörtler bedenlere yapıştı.
Yağmurun kesilmesiyle omuzlar düzeldi. Güneş canlandı. Değirmen tavuğu, kasap kedisi gibi avare, mahallenin hurdaya çıkmış, bezgin ve solgun “YÜK VE EŞYA TAŞIR” kamyoneti altına, o koyu gölgeye sığınmış eski bir köpek gibi mayışık kalabalık içinde sebepsiz yere ağlayan bir çocuğu kim işitir, kim umursar?
Yer koku verdi, dallar ışıldadı, o kadar.
Koca yazın yaygarasına, cırcırına, börtü böceğine aykırı düştü bu yağmur. İşte köftecinin camından sokağa fırlamış boru fosur fosur tütüyor, caddeye inen çarpık sokağın ucunda. Bu saatlerde sokak düşünceli, içli, izanlı, zamanın erbabı gibi görünür. Boy boy binaların sadece zemin katlarındaki o şişko ispanyolpencereleri değil sağır duvarları bile, dağarcıklarında geçen zamana ait ne varsa hepsini paylaşmak için can atar.
Oysa, durup dinleyen bir kalabalık nerede görülmüş?

Züccaciye mağazasına, iki yıldır çalıştığım dükkâna, işimin başına döndüm.
Raflarda Sessizlik ve İtina, dizili. Vitrinde patlayan gün ışığıyla el ele vermiş dükkân ışıkları mağazaya ağırbaşlı, sıcak bir hava katıyor. Çıngıraklı kapı her açıldığında sanki içeriye yeni bir Dikkat buyur ediliyor. Sessizce dolaşıp bakınan, elleyen, eline alıp inceleyen, etiketini okumaya çalışan, zamanı nasıl öldüreceğini iyi bilen, telefona konuşurken gözleri tabak çanak arasında fırdönen, kim bilir kime hangi hediyeyi alacağını düşünüp tartan, ışıksız gözlerini isteksizce oraya buraya kondurarak dinlendiren düşük suratlı sayısız kadının uğrak yeri.
Erkekler çabuk karar verirler. Karar bile vermezler, ellerine ilk değeni benimser, aldıklarının değerinden emin, vakit kaybına tahammülsüz, hemen kasaya yönelirler. Cam eşya kat kat kâğıtlara sarılıp kundaklanırken bir işi daha bitirmiş olmanın hafifliğiyle de boşta bulunup boş konuşurlar. Dükkândan çıkmak için can atarlar. Güler yüzleri, tatlı dilleri sahtedir; elinizden kurtulmak için başvurdukları bir yöntemdir. Ellerine verdiğiniz şık çantayı küçümser, kasıntılı, daha mühim işleri dururken bir emaneti taşımaya gönül indirmiş gibi parmaklarının ucuna takarlar.
Islak gömleği, atleti çıkardım. Dükkânın mavi, kalın poşetine tıktım. Çizgili, eski tişörtlerimden birini sırtıma geçirdim. Yerime dönerken o soruyu yaslı bir sesle yineledim içimden: “Pişman mısınız?”
İki gündür yatıp kalktığım, uykumu alan, ecel teri döktüren bir soruyu sessiz sedasız soruyorum, kiminle göz göze gelsem soruyorum. Haberlerde, elleri arkasından kelepçeli, yüzü göğsüne gömülü, sivil polislerin kollarına takıp apar topar adliye kapısına götürdüğü ünlü kişiye sorulurken yer etti bu soru bende. “Pişman mısınız?” yağmuruna tutulmuş tutuklu görüntüsünün sıradanlığı bende birçok şeye birden karşılık geldi. Açılmayı bekleyen kutular birikti önümde. İtinayla yaptığım onlarca paketi bir karışıklık nedeniyle tek tek açmak zorunda kaldığım günlerin siniriyle donandım o an.
“Pişman mısınız?”
Dün bir bugün iki, müşterilerle ilgilenirken, paket yaparken, soruları yanıtlarken, uzaktan izlerken, yakından bakarken... “Pişman mısınız?” Dalgınlıkla ağzımdan kaçırmaktan, tükürük gibi birinin üstüne saçmaktan sakınır, korkar oldum.
Dev porselen vazoların arasından cadde trafiğini, alçak binaların üstünden bulut trafiğini izliyorum. Kendi kendime, gayet akıllı bir biçimde, gözlerimde bir insaniyet, bir samimiyet dolaştığını düşünüyorum. Neyse, o insaniyet denen şeyi yakalamak için gözlerimi aniden karşı duvardaki boy aynasına kaydırıyorum. Olmuyor. Kendimle göz göze gelir gelmez aklım gidip geliyor. Kendimi aynada delirtip, kudurtup gözlerimdeki insaniyeti kovuyorum. Bugünkü ayarı bozuk havaya yoruyorum bu halimi. (“Halim”?)
Durup dururken niye deli olayım?
Zihnimde kara tahminler fink atıyor, her dakika umutsuzluğu köpürtüyor, fütur getiriyorum. İpe sapa gelmez şeylerle tıka basa dolu kafam beni rahat bıraksa! Patron mesela, bambaşka bir dünyanın insanı... Zekâsı kıvrak, hayali işlek, dili biraz sivri fakat sevimli... Samimiyetini yitirmeden, hayatı olgunlukla sindirmiş bir adam. Bir de “altın bilinci” var ki karıştırdığı zaman fena halde altını üstüne getirir o bilincin.
Bu eşi menendi yok soru her yere çivileniyor:
“Pişman mısınız?”
“Pişman mısınız beyefendi?”
“Hanımefendi pişman mısınız?”
“Niçin yaptınız? Niçin? Pişman mısınız?”
“Pişman mısınız? Bir şey diyecek misiniz?”
“Lütfen, pişman olduğunuzu söyleyebilir misiniz?”
“Neden öldürdünüz? Pişman mısınız?”
“Konuşmayacak mısınız? Pişman değil misiniz?”
Polislerin arasında başım dik, boynum bükük, suskun, suçlu, suçsuz, güleç, somurtuk, umursamaz, ciddi, kim bilir kaç tutuklu oldum oturduğum yerde.



Benzer Kitaplar