Görüş Evi
ISBN: 978-975-08-1824-0
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 07.2010
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 204 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
Görüş Evi
“Sovyet kamplarının karanlık yüreğinin derinliklerine doğru hızla ilerleyen, tarihin yürek parçalayıcı olaylarından birine yapılan yolculuk…”
Çağdaş İngiliz romanında düzyazı üslubu en çok hayranlık uyandıran yazarların başında gelen Martin Amis, Stalin dönemini anlatan bir dizi kitap yazmış, döneme ait en acı hatıraları ise Görüş Evi isimli bu romanına saklamıştı. Görüş Evi: mahkûmların eşleriyle birlikte olabildikleri, yaşadıkları kabusun içinde cennetimsi, büyüleyici hatıralara ulaşabildikleri tek yer… Sovyetler Birliği’nin devlet kamplarında yaşamış eski bir mahkûm, yıllar sonra Amerikalı üvey kızı Venüs’e bir mektup yazar. Yıl 2004’tür, yaşadıklarının üzerinden yarım yüzyıldan uzun bir süre geçmiştir. Venüs’ün yaşadığı ABD, 11 Eylül’ün yaralarını sararken, 2004’ün Eylül ayında Beslan okulundaki katliamla sarsılan Rusya ise yeni sorunlarla karşı karşıya gelir. İkinci Dünya Savaşı sonrasına yaptığı yolculukta, 84 yaşındaki mahkûm, ağabeyi Lev’le yaşadıklarını ve ikisinin de âşık olduğu Yahudi güzel Zoya’ya olan tutkusunu anlatacak, Rusya’nın karmaşık tarihindeki bir sayfayı aydınlatacaktır.
Sevgili Venüs,
Eğer dedikleri doğruysa ve ülkem ölüyorsa, o zaman galiba onlara bunun nedenini anlatabilirim. Görüyorsun ya, yavrum, vicdan hayati bir organ, bademcikler ya da lenf bezleri gibi bir fazlalık değil.
Bu arada, tebriklerimi kabul et. Artık gençlerden oluşan önemli bir gruba, ihtiyar bir akrabanın küflenmiş anılarına müşteri bulmaya mahkûm gençlerin arasına katılıyorsun. Yine de, çok uzağa gitmene gerek olmayacak: Jones Caddesi’ndeki Gagarin Yayınları’nı bul. Bay Nosrin’i sor. Endişelenme: Çalışmalarını içeren film rulolarını bütün halinde bir saat içinde film banyo eden dükkânlara gönderen, hikâyesini gazetelerde okuduğumuz şu kafası dumanlı sapığın yolundan gidecek değilim. Nosrin kafaya alındı (paranın hepsi ödendi). Üstelik hemşerimdir kendisi, anlayış gösterecektir. Çıktı alınmasını istiyorum, lütfen, tek kopya olsun. O da senindir.
Bana neden hiç “içimi dökmediğimi”, “dışa vurmakta”, “rahatlamakta” neden bu kadar zorlandığımı falan soruyordun hep. İşte, benimki gibi bir geçmişin varsa, geçmişine kafa yormadığın zamanlardaki perde araları uğruna yaşarsın – bu konuda konuşarak geçirilen saatler ise hiç şüphesiz bunlardan biri değildir. Üstümde daha belirsiz bir baskı da vardı: Senin bana inanmayacağına dair, açıkça nevrotik bir korkuydu bu. Zihnimde, gözlerini kaçırdığını gördüm, yüz çevirdiğini, öne eğdiğin başını usulca iki yana salladığını. Bu da nedense katlanılmaz bir olasılıktı. Yaşadığım korkunun bir tür nevroz olduğunu söyledim ama benzer geçmişe sahip kimselerin de büyük ölçüde aynı korkuya kapıldıklarını biliyorum. Ortak nevroz, ortak kaygı. Kitlesel duygu: Hep bu konuya dönmek zorunda kalacağız.
Olaya dair bilgileri ilk başta siyah kelimeler halinde beyaz bir sayfaya topladığımda, kendimi şekilsiz, ufak bir rezalet ve dehşet yığınına bakarken buldum. Ben de olaya biraz şekil vermeye çalıştım. Biraz forma sokup şablona oturtmaya çalıştıkça kendimi daha az bir başına bırakılmış hissettim, kişisel olmayan güçlerin yardım ettiklerini sezebiliyordum (onlara fena halde ihtiyacım vardı). Bu bütünlük iması muhtemelen yanıltıcıydı. Anayurt ezelden beri karşı aydınlanmalarla, olumsuz tezahürlerle dolu, fakat bütünlük, bunlar arasında yer almıyor. Ülkemde bütünlük sağlamış herhangi bir şey yok.
1930’larda Aleksei Stahanov adında bir madenci vardı, tek bir vardiyada yerin altından, kota yedi tonken, kimilerinin söylediğine göre yüz tondan fazla kömür çıkarırdı. Stahanovcular ya da “şok” işçileri kültü böyle oluşmuştu: Vadileri dolduranlarla dağları dümdüz edenler, insan buldozerlerle kazı makineleri. Stahanovcular, çok sık olarak, düpedüz sahtekârlardı – ve yine çok sık olarak, şişirilmiş standartlardan nefret eden iş arkadaşlarınca ipe çekilirlerdi... Bir de “şok” yazarları vardı. Binlercesi çalıştıkları fabrikalardan alınır, nesir maskesi altında propaganda metinlerini nasıl kaleme alacakları konusunda eğitilirlerdi. Benim amacım başka ama benim de öyle olduğumu düşünmelisin – yani hakikati söyleyen bir “şok” yazarı olduğumu.
Hakikat senin için acı verici olacak. En yüz kızartıcı suçumu, neredeyse diğerlerinin hepsi gibi uzak geçmişte değil sen hayattayken, annenle tanıştırılmamdan birkaç ay önce işlemiş olmak, bir kez daha canımı acıtıyor (kâğıt kesiği gibi ince bir çizik). Ruhum eleştirilmek istiyor. Ama eleştirin kişisel olsun, Venüs – sana ait bir eleştiri olsun, içinde bulunduğun grubun ve ideolojinin eleştirisi değil. Evet, duydun işte, küçükhanım, ideolojinin dedim. Ilımlı bir ideoloji olduğunu kabul ediyorum (ana fikri ılımlılık zaten). Kimse onun uğruna kendini havaya uçurmayacak.
Benim yaptıklarımı özümsemen – neresinden bakarsan bak, cesaret ve büyüklük göstermen gerekecek. Ama en katı intikamcının bile (ki sen öyle değilsin) olayların aldığı son halden oldukça memnun kalacağını düşünüyorum. Buna itiraz olarak, anneni ve yirmi yıl boyunca o evde senin olmanı hak etmediğim söylenebilirdi, buna sesimi de çıkarmazdım. Artık ciddi olarak beni hafızandan silip atacağın korkusu da yok içimde. Bunu yapacağını sanmıyorum. Çünkü köle olmanın ne manaya geldiğini anlıyorsun.
Venüs, beni O’Hare’a götürmene izin vermediğim için bana içerlemeye devam etmene üzülüyorum. “Hep böyle yapmaz mıyız?” demiştin: “Birbirimizi havaalanına bırakır, havaalanında karşılarız.” Bunun ne kadar nadir yapıldığının farkında mısın? Artık kimse bunu yapmıyor, yeni evliler bile. Pekâlâ, teklifini geri çevirmekle bencillik ettim. O gün teklifini neden reddettiğimi, sana herkesin önünde vedalaşmak istemediğimi söylerek açıklamıştım. Aslında beni asıl rahatsız eden durumun asimetrikliğiydi. Senin ve benim, birbirimizi havaalanına götürüp geri getirmemiz. Bir daha geri getirilmeyeceğimi bildiğim için götürülmek de istemedim.
Sen de hayata her Batılı gencin umut ettiği kadar iyi hazırlanmış haldesin, sağlıklı beslendin, sağlam bir sağlık sigortan, iki üniversite diploman var, yurtdışı seyahatleri yaptın, yabancı dil biliyorsun, diş teli taktın, psikoterapi gördün, malın mülkün ve sermayen var; üstelik çok güzel bir ten rengine sahipsin. Kendine bir baksana – baksana cildin nasıl da parlıyor.