YKY - Yapı Kredi Yayınları
Sepet Ürün bulunmaktadır.
Aşağı Nehir

Aşağı Nehir

Yazar:

Kategori: Edebiyat, Roman

Çeviren:

ISBN: 978-975-08-3631-2

YKY'de İlk Baskı Tarihi: 04.2016

400.00 TL ve üzeri alışverişlerinizde kargo ücretsiz.

YKY İnternet Satış Fiyatı
45.00 TL    Etiket Fiyatı : 60.00 TL
TÜKENDİ

Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.

Genel BilgilerTadımlık
Sayfa Sayısı: 336
Boyut: 13.5 x 21 cm

“Aşağı Nehir”

62 yaşında karısı tarafından terk edilince hayatını sorgulamaya başlayan Ellis Hock, çareyi gençliğinin en mutlu günlerini geçirdiği Doğu Afrika’ya dönmekte bulur.

Malawi’nin Aşağı Shire bölgesindeki köy aradan geçen yıllarda büyük bir değişim geçirmiş, Hock’un zamanında getirdiği yeniliklerin hepsi yerle bir olmuş, zaman âdeta geriye doğru akmıştır. Yılanlardan Korkmayan Beyaz Adam olarak tanıdıkları Hock’u sevinçle karşılayan köylüler de değişmiş, daha açık gözlü, daha talepkâr, daha tehlikeli insanlara dönüşmüşlerdir. Yaşamının son perdesinde sığındığı köy, içinden çıkamadığı bir tuzağa dönüşür.

Ellis Hock’un karısı ona doğum gününde yeni bir telefon hediye etmişti. “Akıllı telefonlardan,” dedi “Ve bil bakalım ne olacak...” Hediye verirken cilveli acemi aktris edası takınmak, olabildiğince dikkat çekmek için nafile yere göz kırpmak gibi bir huyu vardı. “Hayatını tümden değiştirecek!” Hock gülümsedi, ne de olsa altmış iki yaşına basıyordu, hayatını alt üst edecek değişimlerin değil de etkisini yavaştan hissettiren firelerin beklendiği bir yaştı. “Her türlü donanımı var” dedi Deena. Pahalı ve kırılgan bir oyuncakmışçasına bu ona pek anlamsız geldi. “Dükkânda da işine yarayacaktır.” Medford Square’deki Hock Erkek Giyim mağazasını kastediyordu. Kendi telefonunun gayet iyi olduğunu söyledi. Tek işlevli haliyle, kapağıyla, avuca sığan boyutuyla gayet işe yarar bir telefondu. “Bana teşekkür edeceksin.” Adam teşekkür etmeye etti, buna karşılık hayatının değişmediğini göstermek istercesine eski telefonunu elinde şöyle bir tarttı.

Deena anlatmak istediklerini kanıtlamak istercesine yeni telefonu iade etmedi (hediye verme tarzı bazen düşmanca olabiliyordu ve anlaşılan bu sefer de öyleydi) ve adamın e-posta adresini kullanarak onun adına kaydettirdi. Kayıt olur olmaz Hock’un bir yıl boyunca aldığı ve yolladığı binlerce e-postanın hepsi geldi; çoktan sildiğini düşündüğü, pek çoğu kadınlardan gelen ve çoğu sevgi dolu e-postalar da vardı içlerinde. Haliyle özel hayatı tam anlamıyla ortalığa saçılmıştı ve sanki kafa derisi yüzülmüş gibi hissetti, daha beteri, uzun zaman önce Afrika’da tanıdığı, mganga denen o büyücü doktor kâhinin yaptığı, içini dışına çıkarıp bağırsaklarından leş kokulu vıcık vıcık pisliğin yere saçılmasına neden olan kara büyüye maruz kalmış gibiydi. Artık hiç sırrı olmayan, daha doğrusu otuz iki yıldır evli olduğu kadını derinden yaralayan tüm sırlarının ifşa edildiği bir adamdı.

“Kimsin sen?” diye sordu Deena, bir yerlerden kulağına çalınmış beylik bir soruydu bu, kim bilir hangi filmden duyduğu bir replik. Ama saydam, deli gibi bakan gözleri, yeni telefonu bir silah gibi sımsıkı tutan yumruk olmuş elleri, öfkeden morumsu bir maskeyi andıran, pörtlemiş yüz hatlarıyla asıl yabancı gibi görünen kendisiydi. “Çok kırıldım,” dedi, gerçekten de yaralanmış bir hali vardı. Pervasızlığı adamda acıma duyguları uyandırdı ve sanki karısı uzun süredir içiyormuş gibi korkuttu onu.

Hock kem küm etti, kadın her şeyi bilmek istedi ama zaten hepsini biliyordu, en mahrem düşünceleri orada telefondaydı işte. Kadın bunun nedenini bilmiyordu da kendisi biliyor muydu sanki. Ayrıntı ve açıklama talebiyle avaz avaz bağırıyordu. Tina kim? Janey kim? Yeni telefonunun ekranında tabak gibi karşısında duran şeyi, karısının bütünüyle bihaber olduğu, yollanmış ve gelen onca gizli saklı mesajı nasıl inkâr edebilirdi ki? “Seni yılan! Bir de mesajlarını sevgilerimle diye imzalamışsın.”
İlkin rahatlamayla hatta neredeyse neşeyle sonra korku ve son olaraksa üzüntüyle evliliğinin sona ermekte oluşu dışında hayatında artık hiçbir şeyin belli olmadığını anladı.

Bunu yalnızlığına yoruyordu. Tek başınalık demek istemiyordu. Bir erkek giyim mağazası vardı ve yıllardır işler büsbütün kötü değilse de ağır aksak gidiyordu. Mağaza batıyordu. Dükkânın tarihi Medford’da yaşayan ailesinin, şehre yerleşmelerinin, oraya ait olma arzularının tarihiydi aynı zamanda. Ellis’in İtalyan göçmeni dedesi New York’a geldiklerinde bir terzinin yanına çırak verilmişti. İlk para kazandığı işi hiç İngilizce bilmeden trenle gittiği Massachusetts’in Williamstone kırsalında yine terzilik yapan kuzeninin yanındaydı. Oradaki varlıklı üniversite öğrencilerinin takım elbiselerini dikmeye yardım ediyordu. Yaşı onlardan büyük olmadığı halde önlerinde diz çökerek beden ölçülerini almak için mezurayı açar ve çekingen bir sesle İtalyanca mırıldanarak ölçüleri alırdı. Üç yıl bu işi yaptıktan sonra Boston North End’de bir terzide kesimci olarak işe başladı. Evlendiğinde dul kayınvalidesinden borç para alarak (kadın ölene kadar evli çiftle birlikte yaşayacaktı) kendi yoluna gitti ve Medford Square’de bir yer kiralayarak terzi dükkânı açtı.

Medford’a taşınmak bir başka yenilik, biraz daha derlenip toparlanma getirmişti; adını Francesco Falcone’dan Frank Hock’a değiştirerek yeni bir adam olmuştu. North End’de bir terziden falcone kelimesini tercüme etmesini istemiş, o da yerel lehçesiyle ‘hawk’ [şahin] diye yanıtlamış ve okuma yazması kıt olan adam da bir kalıntı kumaşın üstüne ismi duyduğu gibi yazıvermişti. Aynı adı bir tabelaya da yazdırdı: Terzi Hock. Raflarını dolduran iyi kalite yün, ipek pamuklu, keten ve Mısır pamuğu kumaş toplarıyla Frank usta bir terzi olarak tanındı. Dikiş dikerken ağzından sigara eksik olmazdı ve otuzlarına geldiğinde kesim ve teyel işleri için yanına iki çırak aldı. Karısı Angelina ona üç erkek çocuk doğurdu, vaftiz adını Andrea koydukları en büyük çocukları Andrew’i yanına çırak aldı. İşler iyi gidiyordu ve Frank Hock o kadar tutumluydu ki dükkânı ve sonunda da tüm binayı satın alacak kadar para biriktirdi. Üst katlardaki kiracılardan, yan komşusu Çinli Yee’nin çamaşırhanesinin bulunduğu dükkândan ve başka dükkânlardan da geliri vardı. Joe Yee dikilmiş takım elbiseleri ütüler ve her Noel zamanı ona bir sepet kuru liçi meyvesi armağan ederdi.

Andrew Hock İkinci Dünya savaşından geri döndüğünde Medford Square modernleşmeye başlamıştı. Yaşlı Frank işi bu süre boyunca yanında çalışan oğlu Andrew’e devretti. Ancak Andrew’un terziliğin titizlik isteyen angaryalarına merakı yoktu. Yaşlı adam ellerinde iltihaplı eklem hastalığı başlayınca emekliye ayrıldı. Andrew dükkânı sattı ve Riverside Avenue üzerinde, hemen arkalarında Mystic River’in aktığı yeni yapılmış bir dizi dükkândan birini satın aldı ve Frank’in Salem sokağındaki terzi dükkânını ileri taşıyarak Hock Erkek Giyim mağazasını açtı.

Ellis, Hock Erkek Giyim mağazası açıldıktan sonraki sene dünyaya geldi ve babası gibi o da liseye giderken çoğu akşamüstünü işte çalışarak geçirdi; zemin kattaki terzi dükkânında Rus mülteci Jack Azanow’la birlikte ütü makinesinin pedalına basarak kapağını indirirdi. Ellis ayrıca ayakkabıları cilalar, gömlekleri katlar ve babasının tabiriyle müşteriler kollarını inek sağar gibi çekiştirdikten sonra ceketleri tertiplerdi. Ara sıra satış yaptığı da olurdu. Noel zamanları mağaza kalabalık olur, hediyelere bakan, normalden daha çok para harcayan, aldıklarının paket yapılmasını isteyen –bu da Ellis’in yaptığı işlerden biriydi– müşterilerin kendinden geçmiş memnuniyetleriyle yoğun ve bayram havasında geçerdi. Dükkânın böylesi dönemlerdeki, Paskalya zamanları ve kesinlikle kâr zamanı anlamına gelen babalar günündeki faal hali meslek olarak bu işi seçebileceğine onu neredeyse ikna etmişti. Ama bu işin sınırlı hali onu bir müebbet hapis cezası gibi telaşa düşürürdü. Dükkâna mahkûm olma fikrinden nefret ediyordu ama başka seçeneği de yok gibiydi.



Benzer Kitaplar