Arzu Evi
Yazar: Cem Uzungüneş
Kategori: Şiir
ISBN: 975-08-0912-2
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 01.2005
YKY İnternet Satış Fiyatı
Siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 94 |
Boyut | : 16 x 16 cm |
Arzu Evi, Cem Uzungüneş’in ikinci şiir kitabı. İlk kitabı Soluğan (1998) ile Kültür Bakanlığı 75. Yıl Başarı Ödülü’nü alan şair, Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Şiirleri 1988 yılından bu yana çeşitli edebiyat ve şiir dergilerinde yayımlanıyor.
ZAMANI KAVRAMA ÂNINDA KAMAŞMA
Nesrin Ender için
Gelin ağlaşalım az sonra öleceğiz.
Az sonra tenimize yapışmış
zamandan boşalacağız;
derimizi değiştiren vitiligo zamandan
boşalacağız. Hassas olduk. Sarışınlar, kızıllar,
güneşte albinolar! Sedef olduk,
hazırlandık; arzudan
ibaret bir cenneti cehennemi karşılamağa.
Ey şiir! Ey yeşil iksir! Ey âb-ı hayat!
İçelim: bir ânı demlendirmeğe vaktimiz yok!.
İşte aksın, boşalsın vakit; başka vakit yok!
İşte, bakışalım, az sonra öleceğiz.
Az sonra boşalacağız bu sinemadan,
karanlık basacak gözlerimizi.
Boşalacak tılsımından, “sinema
çıkışında kamaşan çarşı...”, akşamlar,
yeşil bardaklar, sözler, bakışlarımız...
ÇIPLAK, UYUR – UYANIK
Kuma serili deniz havlusu – kadar hafif
uzanıp nabzını armağan bırakıyor
kumun dişi-ılık şeyine, bilmiyorum.
Bu ölü taklidi, bedenini ağırlaştırdıkça
ruhunu hafifletiyor.
Yalnızlığın güneşle gevşediği an.
Yerin çekimini duyuyor, yoo
daha fazla bir dinginliği göze alamıyor.
Gözkapakları tam kapansa sarı ölüm göğü
engin, mutlak bir kırmızılığa boğulacak;
dişini sıkıp kovmuyor onu. Neyi?
Sezgiler bedeni diri tutar.
Yalnızlığın bedene katlanabildiği an.
Issız koyda yalnızlığa değil
güneşe teslim olmak. Bir tanrıya.
Denizin hayâlî sesine, kendi yüzündeki çok bilmiş
tebessüme, “Pan’ın teneffüsüne”, pagan bir
varoluş telâkkisine...
(Yalnızlığın güneşle teni okşadığı an.)
bu teslimiyetin kendisine ... bilmiyorum;
varlık – yokluk arasında bir ateşkes arzusuna...
İşte onun (güneşin mi?) vazgeçmeyen ama artmayan
okşamasına. Bu mistik oynaşmaya, evet.
Daha çıplak olamaz artık.
Bu doygunluk ânında yaşamak şehveti,
ama yaşamak yükü de
“kuş gibi hafif, tüy gibi değil”2
Uzakta buğulu, kırmızı ovalarda
yeşil şalvarı uçuşan bir kadınla
aynı düşe akmak istiyor uykusu;
ölümün çekimini duyuyor, hayır!
bedenindeki dalgalanma tamamen
çekilsin istiyor uykusu...
(Yalnızlığın teni kamaştırdığı an.)
Denizin hayâlî sesi diniyor.
CASUS
Kuşkunun baykuşu yüzünde donmuş,
evet kanat çırpmıyor ama bu bir pandomim;
belleğini kandıramaz... kımıldayamaz.
Yüzündeki kuş herşeyi biliyor,
(ah, o yitik bilgisizlik cenneti);
oyun değil bu, değil,
kendi gibi sır küpü adamların kenti bu.
Sarı, ıslıklar gibi geçen taksilerin
camlı döner kapıların içinden
bize şaşkınlıkla bakan bir çocuk
yüreğimizdeki casus. Kuş her şeyi biliyor.
Dama açmazlarından kurulu kent
akut
bir dikkat
gerilimi – yüksek, dakik anların,
(olasılıklar ağına yakalanmış)
kendi gibi sır küpü adamların!
Başka baykuş bakışlardaki şifreleri,
jestlerdeki şüpheli mesajları unutup,
yabancılara kanı kaynamasın annesi.
Kendinin köstebeği o. Kalbinin.
Kendisini çocukluğuna da mı gammazlayamaz ?...
İşte, işte bir salaş meyhanenin, mürşit
ruhunu dinleyip, neredeyse mutlak teslimiyetin
dizine yatıp ağlasa, hafif bir kadının (adamın)
beyaz bacaklarına ateş yüzünü gömüp ...
Ah, o yüzün astarı yok. Yüzündeki kuş her şeyi biliyor;
bir hayâl annenin kahkahayla göğe hoplatılması!
bir hayâl annenin kahkahayla göğe hoplatılması!
Bu sahnenin zamanı tersyüz edilemiyor;
unuttuklarımızı denetleyemiyor
yüreğimizdeki casus:
“(...) Hay Allah, diyor çocuk, gördüler bizi
saklanın! Tam burada buluşuruz;
otuz yıl sonraki belleklerinde!(...)”
ah, bütün yaşları orada buluşursa; o kuşkulu, baykuşlu yüzde
kaç kişi olacak(lar)? Kübik bir resim gibi çok ifadeli bir yüz
mü olacaklar?
Bastırılmış çocukluğu ondan bağımsız,
ona, yani kendi yetişkinliğine öykünerek
hıh, oyunun farkında olduğunu
gizlemeği oynuyor. E casus
kanı soğuk olmalı annesi!
Annesi...
Anne!
BATIK ŞEHİR SESSİZLİĞİ
Batık bir şehrin içindeyiz; şimdiki zaman içindeyiz.
Bize iç dünyamızın sessiz akvaryumlarını
gösteriyorlar. Daha geniş bir zamanın
çok boyutlu aynalarını ...
Depresyonun huzûra benzemesi!
İyon sütunları arasından geçiyoruz.
Şehrin sessiz anıları arasından.
Bunu daha önce yaşamışız gibi, huzurlu hayâletler gibi.
Balina sessizliği (demek, büyük bir sessizlik)
yüzüyor sokaklarda ve yağmur planktonlarıyla
besleniyor.
Bir çingene bebeği sert ağlıyor;
bebek uykusu parkelerin hızıyla k a ç ı y o r
gibi bir sessizlik; ağladıkça katılaşacak,
İbrahim olacak
Kara gözleri karanlık olacak. Bir esmer jigolo
olacak o!
yüzü balık, ruhu insan, eti pul pul, kokana
denizkızları için bir İbrahim!
Yeşil bankta İbrahim’i düşünen
yakışıklı rock gitaristi delikanlının
bileğinde titreyen sarı tüyler
gibi bir sessizlik.
Göğsümdeki kanguruda sarı kirpiklim uyuyor,
Cumhuriyet Anıtı kımıldamıyor.
Meydanda kaykay cambazları....
Şehir bir sessizlik harabesi; bir taş, bir fetiş...
Kronopolis! Bu şehirde zamana tapıyoruz.
Batmışız. Sessizlik, bir akvaryum perisi .....
Her şeyi var eden ve yok eden
zaman bir tanrı mıdır? Bir tanrının içindeyiz.
Şahdamarımız kadar yakın, şimdiki zaman içindeyiz.
Beyaz eşya dükkânına çarpıyor ölü şehrin
hiyeroglif imâları; camlar sessiz.
Aksi gibi ses-geçirmez vitrinlerde eşcinsel bir şarkıcı
oryantal cilveleriyle – sessiz.
Kanguruda sarı kirpiklim uyuyor;
o büyüdükçe biraz daha mı
batacağız şehrin derinliklerine?
Cumhuriyet anıtı kımıldamıyor;
meydanda kaykay cambazları....
Denizkızları camdan dışarı bakıp (demek cam gibi ince
alegorik bir sessizlik)
akıp giden sokaktan hiç bir şey anlamadan
yağmur sıkıntısıyla iskambil fallarına
yanık tenli jigolo bir
maça valesi bahtlarına, yalnızlıklarına
bir “Bezik Oynayan Kadınlar”3 ağıtına
yeniden başlıyorlar gibi bir sessizlik.
İbrahim sert ağlıyor. Katılmış.
Yeşil banktaki rock gitaristiyle bakışıyoruz:
Bir düşte değiliz, hayır. Şimdiki zaman içindeyiz.
Her şey başka bir şeyi imâ ediyor, o kadar.
Göğsümde uyuyan sarı kirpiklimin
kalp atışlarını duyuyorum; demek büyük bir sessizlik,
bir balina! yüzüyor sokaklarda ve
yağmur planktonlarıyla besleniyor.