Dalgın Rüzgar – Toplu Şiirler (1978-2006)
Yazar: Abdülkadir Budak
Kategori: Şiir
ISBN: 978-975-08-1237-8
YKY'de İlk Baskı Tarihi: 05.2007
Pandemi sebebiyle siparişiniz en geç 2 iş günü içerisinde kargoya teslim edilir.
Sayfa Sayısı | : 376 |
Boyut | : 13.5 x 21 cm |
Dalgın Rüzgâr, Abdülkadir Budak’ın şimdiye dek yayımladığı on bir şiir kitabını bir araya getiriyor. “Abdülkadir Budak şiirlerinin bireyi, içinde bulunduğu ilişkilere ve bu ilişkiler ortamında olup bitene karşı eleştirel ve yadsıyıcı bir bakış açısına sahiptir. Budak’ın şiiri, bireyinin varoluş bağlamında modernizmi zemin edinmiş, ancak bunu ifade etme bağlamında gelenekle olan bağlarını koparmamış bir şiirdir.”
Yücel Kayıran
ÇOĞALAN
Geziniyor parmakları
Nereye dokunsa sarı oluyor
Camları evimizin
Halıları kilimleri
Gülen çocuk yüzleri
Gittikçe sarı oluyor
Denize sokulan ırmak
Dumanını sarınan dağ
Gelinlerin duvakları
Saksısında açan çiçek
Ağaç kuş ve börtü böcek
Cümlesi sarı oluyor
Öfkenin uç noktasında
Kesiyor bir kulağını
Fırçasını yiyor Van Gogh
Bakıyor ki sarı sarı
İndirince tabloları
Duvarlar sarı oluyor
Yeşil türkü yarısında
Başlar başlamaz şiirler
Kokuları iğdelerin
Çobanların ıslıkları
Çarşıları sokakları
Gittikçe sarı oluyor
ÇELİŞKİ
Kırılan ayna yürek
Un ufak toz
Güzel çirkin ince kaba
Ne var ki yaşıyoruz
Gül oluyor tomurcuk
Arkasından güz
Karanlık korkunç yoğun
Ay parçası bir gündüz
ATLI
En taşlı yerinde yolun
Attan düştü bir atlı
Eli kan ayağı kan
Sora sora gidiyordu oysa ki
Yolunu kurttan kuşlardan
Tüfek namlusu gümüştü
Bir atlı atından düştü
YOKSA
Yaşlılık yorgunluk mu
Unutkanlık mı yoksa
Gecenin gündüze yengisi mi
Öyleyse niçin
Erkenden sokuluyor dedeme
Çoğu yerlerini atlayarak masalın
Ninem, tuhaf değil mi
Derdi ki bana:
“Nasıl ki söğüt dalı
Dokunmak için suya
Rüzgârını beklerse...,”
Ninem de mi bekliyor ne
KAZI
Koklanmayan gül üşür
Ayak sesi duyulmayan oda dar
Sevgisizliği dene
Kar kar
İn derinlere korkma
Sürsün kazı
Bir zaman sonra göreceksin
Acının köklerinde sevincin ağzı
YOL
Yol tarlada çiğdeme
Ya da serin bir göle
Ulaşacak mı
Bilicibaşı söyle
Yol tozlu giysisini
Eskitemedi daha
Gözlerimiz yanıyor bak
Daha da yanacak mı
Yol türkülere benzer neden
Başlayan bittiği yerde
Bilicibaşı söyle
Bu türkü susacak mı
SÖYLEŞİ
Benim gibisin sen de
Yüreği ayaza durmuş
Dallanmış acıların uçlarına tüneyen
Küçük kuş
Benden ayrı yanın yok
Gök sana uzak yer bana
Benim alnıma bir deli kurşun
Bir taş senin kanadına
MODA
Bu yıl da giysileri
Yaprak ölülerinden
Güzün
SONLAMA
Aynasında zamanın
Yansıyan gündüzünü
Değişti bir geceye
O şimdi karanlığın
Başucu kitabıdır
SİVASLI
Ah hangi apartmanın
Sorsam kapıcısına
Aldığım karşılık beni
Yürekler acısına
Bırakır, utanırım
Sivaslıyım kardaşım
Bir koca dağ İstanbul
Ben önünde Ferhat’ım
Un ufak edeceğim
Diyor ama aldanma
Yaşamda dağı taşı
Sivaslı İstanbul’da
Bir Selçuklu gözyaşı
ACIKONDU
Alışsa da her ne kadar
Az ötesindeki görkemli yapılara
Değişmiyor duygularının özü
Karanlık karanlık bakıyor işte
Binlerce gözü
KAHVE FİNCANLARI
Kaç kez sütlü, köpüklü
Kaç kez sade
İçildi
Fincanlarımda
Ne şekerli bundan böyle
Ne orta
Yok sıcağı kahvenin
Fincanlarımda
ACININ KARLI YOLUNDA
Vurmuş dağları sırtına
Yüreciği taş yemiş kuş kanadı
Akıntıya kapılan bir dal parçası gibi
Sığınacak kıyısını aradı
Unutulmuşluğun tozlu rafında
Eski harflerle yazılmış bir kitaptır
Nicedir acının karlı yolunda
Sabahını arayan bir gecedir
YAMAÇ
Çirkefliği üstünde günün
Söz acının
Önündeyiz
Zirvesinden yüksek bir dağ yamacının